DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül'ün Atina ziyaretinin bilançosu, yarısı dolu, yarısı boş olan bir bardağa nasıl bakıldığına göre değerlendirilebilir.
Dolu tarafı şöyle: İki ülke arasında iyi bir hava esiyor. Üç - dört yıl öncesine kadar hüküm süren gerginlikler geride kaldı. Her düzeyde çok sık temaslar yapılıyor. Ayrıca iki hükümet samimi bir diyalog içinde...
İşte Gül'ün Atina ziyareti böyle bir ortamda, gayet iyi geçti. Gelişen ekonomik ilişkilerde yeni adımlar atıldı, çifte vergilendirmeyi önleyecek anlaşmaya son şekli verildi, 2004 Olimpiyatları sırasında meşalenin İstanbul'dan geçirilmesi kararlaştırıldı... Hatta Yunan Dışişleri Bakanı Papandreu bu kez İstanbul'a (Konstantinopolis yerine) İstanbul dedi!..
Bardağın boş tarafı ise şöyle: Dostluk lafları ediliyor, temaslar, (ticaret, turizm vs.) artıyor; ama anlaşmazlıklar (Ege, Kıbrıs vs.) yerinde sayıyor...
Gül'ün ziyaretinde bu sorunların çözümü yönünde bir ilerleme görülmedi. İki taraf, özellikle Kıbrıs ve Ege meselelerinde, bilinen görüşlerini tekrarladılar. Yani Atina'dan bu kez de çözüm yönünde somut bir sonuç çıkmadı...
* * *
BARDAĞIN sadece boş kısmına bakanların bir hatası, birkaç saatlik görüşmelerde, yarım yüzyıllık sorunları halledilebileceğini sanmasıdır. Böyle toplantılardan elle tutulur bir sonuç çıkmayınca, bu çevreler düş kırıklığı veya umutsuzluk ifade ediyorlar.
Genelde bu tür tepkiler Yunan tarafından (hükümetten değilse bile, basından, muhalefetten) gelir. Türkiye'de daha çok bardağın dolu (veya giderek dolan) tarafına bakmak eğilimi vardır. Biz bu bakımdan Atina'daki temasları, esas sorunların halline yardımcı olacak güven ortamını ve diyaloğu devam ettirme kararlılığını güçlendiren bir gelişme olarak görüyoruz.
ABD'nin "sopa" göstererek yapamadığını, AB "havuç" uzatarak başarabilir mi?
Üç Avrupa Dışişleri bakanının İran'a yönelik son diplomatik girişimi, bu soruyu akla getiriyor.
Fransa, Almanya ve İngiltere Dışişleri bakanlarının önceki gün Tahran'a gidip İran hükümetini nükleer programını askıya almaya ve kapılarını uluslararası denetime açmaya razı etmesi, gerçekten önemli bir diplomatik başarıdır.
Bu aynı zamanda AB'nin de bir başarısıdır. Genelde ABD'nin dümen suyundan giden İngiltere'nin de bu girişimin içinde yer alması, ayrıca anlamlıdır.
* * *
İRAN'ı "haydut devletler" listesinde tutan Bush yönetimi İran'ı "yola getirmek" için baskı ve tehdit yolunu seçerken, Avrupalılar bu işi "ikna yöntemi" ile gerçekleştirmeyi yeğlediler. Bunu denerken de, İran'a - kendi çıkarlarına da uygun olan - birtakım ticari olanaklar (bu arada enerji üretiminde kullanılacak nükleer tesisler için malzeme ve teknoloji satmayı) önerdiler.
Sonuç: Uluslararası baskılar, artı AB ülkelerinin - ABD'den farklı - yaklaşımı, molla rejiminin nükleer program konusundaki tavrını yumuşattı. Şimdi mesele İran'ın gerçekten nükleer silah üretmeyeceğine dair sözünü tam olarak yerine getirip getirmeyeceğidir. Bakalım diplomasi bunu da sağlayabilecek mi?..