Amerikan halkının önümüzdeki kasım ayında kimi Başkan seçeceği belli değil; ama şurası muhakkak ki, dünya milletlerinin çoğu -şayet böyle bir hak tanınsa- oylarını Barack Obama’ya verme eğiliminde.
Demokrat adayın çıktığı Asya-Avrupa turu, bunu açıkça gösteriyor. Afganistan’dan Almanya’ya, Irak’tan Fransa’ya kadar Obama’nın ziyaret ettiği ülkelerde hava bu.
Ünlü “Pew” araştırma kurumunun düzenlediği ankete göre, Barack Obama’yı Beyaz Saray’da görmek isteyenlerin oranı Fransa’da yüzde 86, Almanya’da yüzde 82, İngiltere’de de yüzde 74... Tabii genelde Amerikalılardan hoşlanmayan Fransızların “çikolata renkli” başkan adayına bu kadar sempati ve güven duyması çok ilginç...
Obama’nın Avrupa’daki popülaritesinin en çarpıcı örneği de, Almanya ziyareti sırasında görüldü. Berlin’de onu dinlemek için toplanan 200 bin Alman, onun “Yes, we can” (“evet başarabiliriz”) sloganıyla tezahürat yaptı ve Alman basınının kullandığı deyimle “Obamania” havası içinde, kendisini adeta bir “rock yıldızı” gibi alkışladı!..
Obama, Afganistan’da, Irak’ta, İsrail’de, Filistin’de de, o kadar hararetli bir coşkuyla olmasa da, büyük ilgi ve sempatiyle karşılandı. O ülkelerde söyledikleri, yeni umutlar yarattı...
Neden beğeniyorlar?
Seçime az kala bir Amerikan Başkan adayının dünya turuna çıkıp yer yer demeçler vermesi, görüşmeler yapması pek görülen bir olay değil.
Obama’nın bunu yapmasının çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri iç politika ile ilgili. 47 yaşındaki aday böylece ABD’ye de yansıyan başarılı bir “halkla ilişkiler” performansı gösteriyor. Diğer sebep, dış politikayla ilgili. Rakipleri, Obama’nın dünyayı tanımadığını, dış konuları bilmediğini öne sürerler. Doğru, genç politikacının bu alanda fazla bir deneyimi yok. Bu gezinin bir amacı da, ilk elden bilgi edinmek, meseleleri daha iyi kavramak... Ve aynı zamanda da kendi danışmanlarının yardımıyla, dünyaya kendisinin, Cumhuriyetçilerden farklı bir dünya görüşüne sahip olduğu, dolayısıyla başkan seçildiği takdirde farklı bir dış politika izleyeceği mesajını vermek...
Bu bakımdan Obama, bu tur sayesinde iki alanda da zekice bir fırsat yakalamış oldu. Kabul etmeli ki, Demokrat adaya gösterilen yakınlık ve güven, sadece muhalefete mensup olmasından, zenci kökenden gelmesinden, genç ve karizmatik görünmesinden kaynaklanıyor. Bu özelliklerin rolü olabilir; ama onu dünyanın gözünde bu kadar ilginç ve cazip kılan husus, farklı görüşleri, yenilikçiliği ve değişim atılımıdır.
Neleri değiştirecek?
Obama’nın bu gezisi sırasında kapalı kapıların ardında veya meydanlarda söyledikleri, iktidara geldiği takdirde Washington’un dış politikasında bazı önemli değişikliklerin olacağı mesajını verdi.
Örneğin Obama, Irak’taki Amerikan kuvvetlerini 16 ay içerisinde geri çekeceğini açıkladı... İran’la diyalogdan yana olduğunu, ancak Tahran’ın nükleer programını sonlandırması için bütün opsiyonları saklı tutacağını söyledi... İsrail ile Filistin arasında anlaşma sağlanmasına öncelik vereceğini belirtti... Avrupa’yla terörizmden çevre sorunlarına kadar çeşitli alanlarda “gerçek bir ortaklık” kuracağını bildirdi...
Kısacası, Obama, barışa ve diyaloğa, dost ve müttefikleriyle istişare ve işbirliğine önem veriyor. Kuşkusuz bu, selefi George Bush’un izlediği tek yanlı ve agresif politikalardan çok farklı bir yaklaşım. Dünya Washington’da böyle bir değişiklik görmek istiyor. Tabii bizler de...