Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Önümüzdeki pazar günü İtalya'da yapılacak genel seçimleri Silvio Berlusconi'nin kazanması olasılığı Avrupa'yı ayağa kaldırdı. İki hafta önce "The Economist" dergisinin "Berlusconi Neden İtalya'yı Yönetmeye Uygun Değil?" başlıklı yazısının ardından, Avrupa'nın belli başlı gazeteleri ve siyaset adamları, sağcı politikacıya karşı bir kampanya açtılar.
İspanya'nın "El Mundo" gazetesi, Berlusconi'nin ve ortaklarının iktidara gelmesinin Avrupa için "ciddi bir risk" olacağını yazdı... Fransız "Liberation" gazetesinde, Berlusconi'nin kazanmasının "İtalyan demokrasisini tehlikeye düşüreceğini" öne sürdü... Belçika Dışişleri Bakanı Louis Michel ise, bu takdirde AB'nin İtalya'yı "karantinaya almak" zorunda kalabileceğini belirtti...
* * *
BU telaşın sebebi ne? Kendisine "El Cavaliere" (Şövalye) sıfatını yakıştıran Berlusconi, İtalya'nın en zengin adamı. Medyadaki hakimiyeti nedeni ile çok nüfuzlu. Politikacı olarak, tam bir popülist.
Vaktiyle dolambaçlı yollardan elde ettiği büyük servet nedeni ile Berlusconi'ye hala "şaibeli" olarak bakanlar var. Şimdi Avrupa'dan onun aleyhinde yükselen seslerin bir kısmı "eski kirli çamaşırları" ile ilgili. AB çevreleri, İtalya'nın başında yolsuzluklara adı karışan birini görmek istemiyor.
Ama Avrupalıların bu konudaki duyarlılığının tek - hatta esas nedeni bu değil. Onları asıl rahatsız eden ve kaygılandıran iki neden daha var: Birincisi, özellikle medya hakimiyeti sayesinde elde ettiği "aşırı nüfuz"unu, otoriter bir üslupla kullanması ihtimalidir. İkincisi ise, Berlusconi'nin seçtiği ortaklarla ilgili. Gerek Umberto Rossi, gerekse Gianfranco Fini, ırkçı, hatta faşist eğilimleri ile tanınıyor. Böyle bir koalisyonun yönetiminde İtalya, AB normlarına ters düşen bir yola sapabilir. Tıpkı geçen yıl Avusturya'da ırkçı Jorg Haider'in zaferinden sonra görüldüğü gibi...
* * *
AVRUPA'nın İtalya'daki seçimler konusunda gösterdiği hassasiyet şu gerçeği ortaya koyuyor: Demokratik ülkeler, ortak değerlerine aykırı gördükleri durumlarda dostlarına gereken uyarıları yapmaktan çekinmiyorlar. Hatta Paris'teki Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Müdürü Dominique Moisi'nin belirttiği gibi, bunu "kendi görevi ve hakkı" sayıyorlar. Buna muhatap olan ülke de "Siz ne karışıyorsunuz, bu bizim iç işimizdir" diyemiyor. Dediği takdirde de, gene Moisi'nin öne sürdüğü şu argümanla karşılaşıyor: "Avrupa sadece ekonomik kurallar koyan bir topluluk değil, demokratik değerleri koruyan bir kulüptür. Buna dahil herkesin bunlara uyması zorunludur. Aksi halde izolasyona sürüklenmiş olurlar."
Ama denilebilir ki, İtalyan halkının istediği politikacıyı seçmesi, demokratik hakkı değil mi?
Aslında demokrasi sadece sandık başına gidip oy atma egzersizinden ibaret değil. Seçim sistemi, siyasi partiler düzeni, kampanyanın cereyan ediş tarzı, gerçek demokrasinin temel öğeleridir. Nitekim yazar Jacques Almaric "Liberation"da şöyle diyor: "Görsel medyanın yüzde 90'ının iktidarın elinde olması Avrupa'da anladığımız manada demokratik midir? Bir politikacının kendi çıkarlarını ülkesinin çıkarları gibi göstermesi ve kendisini putlaştırması da demokratik midir?"
Düşündürücü ve yerinde sorular...