Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CENEVRE’de 22 Nisan’da Ermenistan’la varılan mutabakatla başlatılan normalizasyon süreci, Başbakan Erdoğan’ın Bakü’deki açıklamasında öne sürdüğü Yukarı Karabağ sorununun çözümü şartı sonucunda, şu anda tıkanmış görünüyor. Diğer bir deyişle, bu sürecin ölü bir noktaya mı geldiği, yoksa yeniden hareketlendirilmesinin mümkün olup olmadığı belli değil.
Bu konu son günlerde İstanbul’da Ermenistan’dan gelen siyasetçilerin, akademisyenlerin ve yazarların katılımı ile yapılan iki ayrı konferansta ele alındı. Bu toplantılardan biri Friedrich Naumann Vakfı (FNF) diğeri de Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırma Vakfı (SETA) tarafından düzenlendi.
Her iki konferansta Türk ve konuk Ermeni katılımcılar, iki taraf arasındaki görüş ayrılıklarına rağmen, normalizasyon sürecinin devam edip edemeyeceğini enine boyuna tartıştılar.
İki toplantıda uygulanan “isim zikretmeme kuralı” uyarınca, burada kimin ne söylediğini açıklayamıyoruz. Ama kapalı salonda konuşulanların ve ayrıca özel sohbetlerimizin ışığında, gözlem ve izlenimlerimizi birkaç noktada özetleyebiliriz.

İki paralel süreç
1) Başbakanın Bakü’deki açıklamasında, normalizasyon sürecini Yukarı Karabağ meselesinin çözümü şartına bağlaması, özellikle Ermenistan’da derin düş kırıklığı ve bu sürecin geleceği hakkında ciddi kuşkular (hatta bazı çevrelerde isteksizlik) yarattı.
Her iki toplantıda Ermeni katılımcılar Türkiye’nin gerçekten sınırları açmak ve diplomatik ilişkiler kurmak için önce Karabağ sorununun çözümlenmesini bekleyecekse, çok uzun zaman geçmesi gerekeceğini ve dolayısıyla normalizasyon sürecinin kendiliğinden duracağını belirttiler.
2) Bazı Türk katılımcılar da bu görüşü paylaşmakla beraber, resmi görüşü yansıtanlar, “iki paralel süreç”ten söz ettiler: Bir yandan Karabağ sorununda bazı adımlar atılırken, bir yandan da normalizasyon önlemleri hayata geçirilebilir...
Bu bağlamda vurgulanan bir husus daha var: Türkiye’nin Ermenistan’dan beklediği ilk hareket, işgal altındaki 7 Azeri bölgesinden (“reyon”dan) çekilmesi, veya en azından bu konuda bir taahhütte bulunmasıdır. Bu, Türkiye’nin de -belki de eş zamanlı olarak- sınırları açmasına imkân yaratır...
3) Aslında Erivan şimdi Cenevre mutabakatı ile başlatılan sürecin yeniden hareketlendirilmesini Ankara’dan bekliyor. Yani topu Türkiye’ye atıyor. Eğer Türkiye sınırlar ve diplomatik ilişkiler konusunda yeni bir açılım yapmazsa, bu süreç de fiilen ölmüş olur.
4)Türk diplomasisi, normalizasyon sürecinin “ölmesi”ni istemiyor. Bunun yeniden canlandırılması ve ilerleme kaydetmesi olanaklarını araştırıyor. Bu konuda ilgili ülkelerle de perde arkasında diplomatik temaslar başladı. Bu arada Türkiye Minsk grubunun da daha yoğun çaba harcaması için devrede...

Diyalog sürdükçe...
KISACASI, normalizasyon sürecinde bir tıkanıklık olduğu açık. Ama ilginç (ve umut verici) husus, kimsenin bu sürecin askıya alınmasını veya son bulmasını istememesidir. Diğer bir deyişle, Türkiye, Ermenistan ve diğer ilgili devletler de bu sürecin canlı tutulmasında yarar görüyor.
Türkiye açısından bu süreç hem Kafkasya’daki rolü, hem de Karabağ sorununun çözümüne katkısı bakımından önemli... Aslında bu önem Azerbaycan için de söz konusu... Ermenistan için ise bu süreç, sonuçta izolasyonu kırma ve dünyaya açılma olanağını sağlayacaktır.
Ancak bu süreç gerçekten çok zor ve sıkıntılı geçeceğe benziyor. Her iki konferansta da belirtildiği gibi, beklentileri karşılayacak hızlı sonuçlar beklememeli, sabırlı ve kararlı olmalı. Sürecin kesilmemesi, diyaloğun devam etmesi bu bakımdan önemli...