Fransa’nın Avrupa işlerinden sorumlu Bakanı Pierre Lellouche’un Fransız Meclisi Dışişleri Komisyonu’nda önceki gün yaptığı konuşma, Sarkozy yönetiminin Türkiye ile ilgili “yeni duruşu”na açıklık getirdi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Paris’te Fransız lideriyle gerçekleştirdiği görüşmenin ışığında Fransa’nın belirlediği “Türkiye politikası”nı Lellouche üç noktada topladı.
Buna göre, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda farklı -hatta ters- görüşlere sahip olan iki taraf, “anlaşamadıkları konusunda anlaştılar!” Bununla beraber Türkiye ile AB arasındaki müzakere sürecinin devamında yarar gördüler. Bu arada, ikili ilişkileri çeşitli alanlarda geliştirmeye ve bölgesel meselelerde işbirliği yapmaya karar verdiler.
Aslında Türkiye Fransa ile, özellikle AB konusunda mevcut derin anlaşmazlığa rağmen, ikili ilişkileri canlı tutmaktan yana. Nitekim Gül’ün Paris ziyaretinde vermeye çalıştığı mesaj da buydu.
Bu, Türkiye’nin artan önemini takdir etmeye başlayan Fransa’nın da işine geliyor.
Ne var ki, ilişkilerin iyi gitmesi, Fransa’nın Türkiye’nin dış politikasındaki öncelikleri arasında yer alan AB üyeliği, Kıbrıs gibi konularda sistematik bir şekilde olumsuz bir tavır almamaya özen göstermesine bağlıdır.
Yol kazası olmaması için...
Bu bakımdan Fransız hükümeti Türkiye-AB müzakere sürecini baltalayacak hareketlerden, örneğin bazı fasılların açılmasını engellemekten, Türkiye’nin asla tam üye olamayacağı nakaratını tekrarlamaktan sakınmalıdır.
Eğer Fransa bu hassasiyeti gösterirse, ikili ilişkilerin “kazasız” ilerlemesi mümkün olur.
Fakat ikili ilişkilere değer veren Lellouche bile, anlaşmazlıkları körükleyecek sözler sarf etmekten geri kalmıyor.
Fransız Bakan meclisteki konuşmasından bir gün sonra “Le Monde” gazetesine verdiği demeçte, bir yandan AB’nin “Balkanlar’ın ötesine gitmeyeceğini” söyledi, diğer yandan da Kıbrıs meselesinde, “adanın işgaline son vermek için harekete geçmek gerektiğini” belirtti.
Lellouche, Berlin Duvarı’nın yıkılışının 20. yıldönümünü fırsat bilerek, Kıbrıs’ı bölen “duvar”a değindi ve “Buna artık bir son vermeli” dedi. Bunun nasıl olacağı sorusuna cevaben ise Bakan bu meselenin önümüzdeki ay “Ankara protokolü” (limanların Rumlara açılması konusu) gündeme geldiğinde hal yoluna sokulmasını istedi.
Yeni pürüzler
Bu sözler Fransa’nın gerek Türkiye’nin AB üyeliği perspektifiyle ilgili olumsuz tutumunu, gerekse Kıbrıs meselesinde tamamen Rum yanlısı duruşunu açıkça gözlerin önüne seriyor.
AB dönem Başkanı İsveç’ten İngiltere’ye kadar birçok Avrupa ülkesinin, Kıbrıs’taki diyaloğun bir çözüme götürmesi için çaba harcadığı bir sırada, Fransa’nın Kıbrıs Rumlarının avukatlığını üstlenerek AB’yi Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak devreye sokmak istemesi, ayrı bir çelişkidir.
Evet, Türk-Fransız ilişkilerinin -Paris’te mutabık kalındığı gibi- her alanda geliştirilmesi iki tarafın da yararınadır. Ancak örneklerini verdiğimiz anlaşmazlıklar ve pürüzler öne çıkarıldığı sürece, bu, “ucu açık” (yani nereye yöneleceği belirsiz) bir ilişki olur.