Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün Moskova’ya yaptığı “devlet ziyareti” sırasında, Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Türkiye’nin “Rus dış politikasının önceliklerinden birini” oluşturduğunu belirtti. Aynı şey Türkiye için de söylenebilir: Rusya da Türk dış politikasının önceliklerinden biri...
Bu konuda iki ülkenin de görüşleri ve hedefleri örtüşüyor. Moskova’da yayımlanan 12 sayfalık deklarasyon da bunu teyit ediyor.
Bu belge, ilişkilerde “güçlü ortaklık” konseptini ortaya koyuyor. Bu ifade aslında zaman zaman abartılı olarak kullanılan “stratejik ortaklık” gibi terimlere göre, daha doğru, daha gerçekçi.
Güçlü ortaklık teriminin anlamı, Türkiye ile Rusya’nın bundan böyle, gerçek ortaklar gibi, siyasetten güvenliğe, ticaretten enerjiye, teknolojiden kültüre kadar çeşitli alanlarda sıkı işbirliği kurması, araya engeller çıktığı zaman bunları ortak bir irade ile aşmaya çalışmasıdır.
Nitekim Moskova’daki görüşmelerde, ortak deklarasyonun da ışığı altında pek çok fikir ve proje üzerinde prensip mutabakatı sağlanmış, gümrük kapılarındaki sıkıntı, ticari ilişkilerdeki dengesizlik ve benzeri sorunların çözümünü sağlayacak pratik çareler planlanmıştır.

Maddi etkenler
TÜRKİYE açısından, Rusya ile “maddi” ilişkiler, yeni oluşmakta olan “güçlü ortaklığın” önemli bir unsurunu oluşturuyor.
Rusya bugün, 38 milyar dolarlık ticaret hacmiyle, Türkiye’nin başlıca alışveriş partneri... Rusya’dan yılda gelen 3 milyon ziyaretçiyle turizmde bir numaralı kaynak... Mavi Akım ile doğalgazda ihtiyaçların yaklaşık üçte ikisini karşılayan bir tedarikçi...
Ortaklığın gücünü gösteren bu önemli rakamlar, herhalde tasarlanan yeni dev projeler yaşama geçirildiği gün, ufak dahi görünecek!
İlişkilerin bu “maddi” yönü, kuşkusuz ortaklığın itici gücünü oluşturuyor. Daha açık bir deyişle, Türkiye’nin kalkınması ve ekonomik bakımdan büyümesi için, Rusya gibi bir partnere ihtiyacı var.
Ancak Rusya’nın da aynı ortaklık anlayışıyla hareket etmesi gerekiyor. Ticarette denge son yıllarda hep Rusya’nın lehine oldu. Türkiye bundan böyle dengesizliğin giderilmesi için Rusya’nın da daha büyük çaba harcamasını bekliyor. Gümrük kapılarındaki sorunlardan vize güçlüklerine varıncaya kadar, birtakım pürüzlerin ortadan kaldırılması bu beklentiler arasında.

Stratejik faktör
RUSYA ile yakınlaşmayı sağlayan “maddi” etkenin yanında, bir de “stratejik” faktör var.
Cumhurbaşkanı Gül’ün Moskova ziyareti, zamanlama olarak da, bu faktörün önemini hatırlattı. Bu gezi, Türkiye’de “çok boyutlu, çok öncelikli ve çok eksenli” yeni dış politika kavramının geliştirildiği, dışarıda “Türkiye Batı’dan uzaklaşıp Doğuya mı yöneliyor?” sorusunun sorulduğu bir sırada gerçekleşti.
Türk dış politikasının bir dönüşüm sürecinde olduğu bir gerçek. Rusya ile “güçlü ortaklık” da aslında bu “çok boyutlu veya çok öncelikli ilişkiler” konseptinin bir parçası.
Türkiye’nin bölgesel ve küresel sorunların birçoğunda izlediği politikalar, Moskova’nın duruşuna yakın, hatta bazı meselelerde birbiriyle örtüşüyor. Açıkçası, Ankara Soğuk Savaş dönemindeki gibi, Rusya ile ilgili meselelerde, “Batı’ya endeksli” bir politika yerine, kendi özgün pozisyonunu ortaya koyuyor. Kafkasya krizi sırasındaki tutumu da bunu gösterdi.
Kuşkusuz bu, Türkiye’nin Batı’ya sırtını çevirip Doğu’ya döndüğü veya Rusya’yı ABD ve Avrupa ile bağlarına karşılık bir alternatif olarak gördüğü anlamına gelmiyor. Eğer “çok boyutlu” veya “çok öncelikli” ilişkilerden söz ediyorsak, bunun gerçekten “çok” unsurunu içermesi gerekir.