Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       ECEVİT hükümetinin kısa ömürlü olacağının bilinmesi ve Türkiye'nin yeni bir seçim dönemine girmesi yüzünden, birkaç ivedi konu dışında, bazı önemli iç ve dış meselelerin yerinde sayması kaçınılmaz görünüyor.
Bu bağlamda, örneğin Kıbrıs sorununda ve AB ile ilişkilerde, kozmetik bazı kıpırdamalar olsa bile, hissedilir bir gelişme beklenmiyor.
Dışarda bunu Türkiye'nin elinde "çözümden kaçmak için bir fırsat" olarak görenler olduğu gibi, bu duruma "çözüm için kaçırılan bir fırsat" olarak bakanlar da var...
Gerçek şudur ki, geçici hükümet ve erken seçim faktörleri, birçok önemli konularda bir "hareketsizlik" yaratacak. Bu süreçte dikkatler gerektiği gibi temel sorunlar üzerinde odaklanmayacak.
Bu sonuçta iyi mi olur, kötü mü olur, kestirmek zor; ancak Kıbrıs gibi meselelerde önümüzdeki aylarda bir diplomatın deyişiyle "Türkiye zamanın baskısı altında kalmama lüksüne sahip olacak"... Çünkü şimdiden herkes biliyor ki, herhangi bir yeni girişim karşısında Ankara'dan kesin veya bağlayıcı bir karşılık almak olanaksız. Uluslararası camianın beklemekten başka çaresi yok...
* * *
SON günlerde gene de Kıbrıs konusunda bazı kıpırdamalar oluyor. BM'nin Kıbrıs'taki özel temsilcisi Ann Hercus, Denktaş ile Klerides arasında bir "mekik diplomasisi" başlattı. Bu arada Klerides de, S - 300 füzeleri konusunda attığı geri adımdan sonra şimdi de gelişmiş herhangi bir silah almayacağına ilişkin bir tahhüdünü BM Genel Sekreteri'ne iletmiş bulunuyor.
Rum tarafının silahlar konusunda jest üstüne jest yapmasının amacı açık: BM'yi ve Kıbrıs'la yakından ilgili devletleri devreye sokarak, Türk tarafının da asker ve silah indirimi yapmasını sağlamak, bununla ilgili Güvenlik Konseyi'nin son kararını hayata geçirtmek.
Kabul etmeli ki bu konuda uluslararası camiada (Rusya'dan AB üyelerine kadar) bir konsensüs var. Yoksa zaten Güvenlik Konseyi'nden böyle bir karar çıkmazdı. Şimdi verilen mesaj "işte Rumlar geri adım attılar, ödün verdiler; şimdi sıra Türklerde" şeklindedir. Kuşkusuz bu, Türkiye açısından bir dezavantaj ve önemli bir güçlük.
Açıkçası Ankara'yı şu sırada bu konuda yoğun baskılar altında kalmaktan alıkoyacak şey, "iç politik durum"dur. Kıbrıslı Rumlar da (ABD ve BM yetkilileri de) seçim havasına giren Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili temel sorunları görüşecek durumda olmadığını pekala anlıyorlar.
Güvenlik Konseyi istediği kadar adanın silahsızlandırılmasını istesin, iki kesimli federasyona dayalı çözüm için görüşmeler önersin; bu aşamada bu yönde herhangi bir hareket söz konusu olamaz. Bu işlerde deneyimli bir Batılı diplomatın açıkça belirttiği gibi, "1999'un ilk bölümünde seçimler ve yeni hükümetin kurulması gibi işler nedeni ile, bir şey beklememek lazım. İkinci yarısında bir şeyler olabileceği düşünülebilir, ama bunda da fazla iyimser olmamak gerek"...
* * *
BUNUN Türkçesi şudur: Türkiye Kıbrıs konusunda bu yılın önemli kısmında, "nefes" alabilecek... Gene yabancı temsilciler gidip gelecek, fikirler ortaya atacak... Ama bunlar havada kalmaya mahkum! Belki BM Barış Gücü'nün statüsü veya adada sınır bölgesinde güven artırıcı önlemlerin alınması gibi "ufak meseleler"de bazı adımlar atılabilir. Ama sorunun özünde ciddi görüşme ve ilerleme şansı yok gibi...
Türk tarafı, bu fikirden hareketle, zamanın KKTC'nin lehinde işleyeceğini, kendi varlığını pekiştirmenin yanı sıra, konfederasyon tezine destek sağlayabileceğini düşünüyor. Başbakan Ecevit de önceki akşam bir TV programında, konfederasyon fikrinin, açıkça veya resmen beyan edilmese bile, birçok etkin çevrelerde benimsenmeye başladığını söyledi.
Bu bağlamda, son günlerde "toprak karşılığı KKTC'nin ayrı bir varlık olarak tanınması"nı öngören bir formülün ortaya atıldığına ilişkin haberlerin dolaşması, oldukça anlamlıdır.
Kimbilir, belki önümüzdeki "hareketsizlik dönemi", sonuçta Kıbrıs'ta Türk tarafının arzuladığı tarzda bir çözüme varılması için bir "fırsat" oluşturur...




Yazara E-Posta: s.kohen@milliyet.com.tr