Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

KIBRIS işi hep bir yanıp bir sönen neon ışıklarına benzer.
Bir bakarsınız bir görüşme olur, hava yumuşar... Bir bakarsınız ters bir olay çıkar, hava gerginleşir...
Son gelişmeler, yıllardır süregelen bu seyri izliyor.
New York'taki Denktaş - Klerides buluşması ile başlayan "toplumlararası görüşmeler" süreci, başta çözüm yolunun açılacağı umudunu verdi. Montreux'de gerçekleşen ikinci toplantıda ise bu yolun gene tıkandığı görüldü.
Ardından umutları büsbütün söndüren gelişmeler oldu. AB'nin Güney Kıbrıs'ın üyeliğine yeşil ışık yakmasının oluşturduğu engelin yanı sıra, S - 300 füzeleri krizi havayı yeniden elektriklendirdi.
Tam bu gerilim içinde, ABD diplomasisinin gayretiyle, Denktaş ile Klerides'in bu kez adada bir araya gelmeye razı oldukları açıklandı.
Şimdi gerilmiş sinirler biraz gevşemiş, umut ışıkları yeniden yanmış bulunuyor.
Bakalım ne zamana kadar...
* * *
DENKTAŞ ile Klerides önümüzdeki hafta BM temsilcisi Gustav Feissel'in gözetiminde buluştukları zaman, fiyasko ile sonuçlanan Montreux toplantısındaki gündemle yer alan dikenli sorunların yerine, "güvenlik ve güven" ile ilgili konuları ele alacaklar.
Nedir bu konular? Türk ve Rum kesimlerini birbirinden ayıran Yeşil Hat boyunca konuşlandırılan askerlerin bir miktar geriye çekilmesi, silahlara mermi sürülmemesi, ara bölgenin daha güvenli hale getirilmesi gibi...
Önceden belirlenmiş bir gündem olmadığına göre, taraflar güvenlik ve güven artırıcı önerileri masaya getirebilecekler.
Bu arada tabii Denktaş'ın S - 300 füzeleri konusunu ortaya atması, çok olası.
* Türk tarafı, bu yeni görüşme egzersizini, özellikle Rumların silahlanmasına set çekmek için değerlendirmek istiyor.
* Rum tarafı ise, masaya Türk askerlerinin - en azından bir kısmının - adadan çekilmesi talebini yenilemek için bir fırsat olarak görüyor.
* ABD'ye gelince, onun esas düşüncesi ve niyeti, iki lider arasında başlayan, fakat kesilen müzakere sürecini - ve çözüm arama hızını - canlı tutmaktır. Amerikalılar, güvenlik ve güven gibi konularda bir ilerleme sağlanabilirse, yeni "yumuşak hava"nın, ilerde esas müzakerelerin yeniden başlamasına ve bir uzlaşmaya gidilmesine yardımcı olacağına inanıyorlar.
Tabii bu arada yeniden bir terslik olmazsa...
* * *
BU terslik ne olabilir?
"Füzeler krizi" bir potansiyel tehlike olarak ortada duruyor. Eğer Klerides yönetimi bu füzeleri, Ağustos 1998'den önce getirtmeyeceği güvencesini verirse ve bu arada Kıbrıs görüşmelerinde ilerleme kaydedilirse yumuşama havası devam eder. Aksi halde, kısa bir süre geri planda kalırsa dahi, ilerde füzeler meselesi yeniden parlar ve kriz tırmanır...
Diğer bir terslik, AB'nin tutumundan gelebilir. Eğer AB, Güney Kıbrısla 1998'in başlarında tam üyelik müzakere sürecini başlatma kararında ısrar ederse - ve bunu uygulamaya koyarsa - neler olabileceğini tahmin etmek zor değil. Bir kere Denktaş, bu şartlar altında Rumlarla bir daha masaya oturmaz. KKTC ile Türkiye arasında sık sık sözü edilen "bütünleşme süreci" başlar. KKTC hükümeti Maraş'ı açar (ve böylece ilhak eder). Türkiye, Kuzey Kıbrıs'ta hava ve deniz üsleri kurar, askeri varlığını pekiştirir...
Olayların bu noktaya gelmesi, - ABD'nin yapmaya çalıştığının aksine - son derece tehlikeli bir durum yaratmış olur. Artık ondan sonra geri adım atmak, görüşme yolu ile çözüm aramak, uzlaşma sağlamak hayal olur...
Amerikan diplomatları bu işin farkındalar. Ama korkarız Avrupalıların bir kısmı, değil. Onların dediği şu: "Kıbrıs'ın üyeliği daha önce herkesçe kabul edilmiş bir karar. Geçen gün Brüksel'de bu karar yinelendi. Aralık'ta Lüksemburg'da da kesinleşecek. Ama 1998'de görüşmelerin başlaması, üyeliğin gerçekleşmesi demek değil. Bunun için yıllar geçebilir. O zamana kadar da çözüm bulunur herhalde"...
Bu tavırla zor bulunur....



Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr