KIBRIS ile ilgili olumsuzluklar birbirini izliyor. Açık konuşmak gerekirse, son bir dizi gelişme, Türk tarafının canını iyice sıkacak nitelikte.
Örneğin, bütün işaretler Güney Kıbrıs'ın AB üyeliği şansının giderek artmakta olduğunu gösteriyor. AB yetkililerinin son demeçleri, önümüzdeki yılın sonunda bunun - çözüm olmasa da - kesinleşeceği sinyalini veriyor...
Refah düzeyi giderek yükselen Güney Kıbrıs, AB ile bütünleşme yolunda ilerlerken, KKTC maalesef ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor. Bu arada korkulan şey oluyor ve birçok Kıbrıslı Türk göç etmeye başlıyor veya buna hazırlanıyor. Bu arada binlercesi de yurtdışında rahatça seyahat etmek için Rum makamlarına "Kıbrıs" pasaportu için başvuruyor...
Ve nihayet son olay: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Türkiye'yi mahkum etmesi... Bu karar, Türk tarafına son zamanlarda indirilen darbelerin en ağırı. Haksızlığı bir yana, bu karar Türkiye'yi uluslararası platformda epey sıkıntıya sokacak gibi görünüyor...
* * *
RUM yönetimi "Kıbrıs Devleti" olarak 1979'dan itibaren AİHM'ye Türkiye'yi suçlu sandalyesine oturtması için 4 başvuruda bulundu. Bundan önceki 3 başvuruyu kabul etmeyen mahkemenin bu kez Türkiye'yi Kıbrıs'ta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ihlal etmekle suçlaması çok anlamlı. Bire karşı 16 oyla alınan bu kararın "hukuki"den çok "siyasi" bir nitelik taşıdığı açık.
Türkiye'ye karşı yöneltilen suçlamalar, tamamen Rumların iddialarına dayanıyor. Bunların çoğunun geçersiz olduğu ve de 1974'ten sonraki durumdan (ki siyasal çözüm sağlanamadığı için devam ediyor) kaynaklandığı biliniyor. Örneğin Rumların Kuzey'deki mülklerine dönme hakkından mahrum edilmelerinin kabahati Türkiye'ye yükleniyor...
Ya adada mağdur olan on binlerce Türk'ün hakkı ne oluyor? AİHM Kıbrıs'a, sanki her şeyin normal olduğu bir devlet gözü ile bakıyor. Olup bitenleri hiç dikkate almıyor. Kuzey'in varlığını yok sayıyor. Ve tek tarafın, yani Rumların - "devlet" sıfatı ile - şikayetlerine tercüman olarak Türkiye'ye yükleniyor...
* * *
KARARIN sadece hukuki değil, siyasal değeri, Rumlara bundan sonra kendi davalarını BM'de, AB'de ve diğer platformlarda rahatlıkla savunmak olanağını verecektir. Rumlar "devlet" olarak şimdilik mahkemeden tazminat talebinde bulunmadılar; ama "şahıs" olarak şimdi rahatça "Loizidou'nun izinden giderek" Türkiye'den zarar - ziyan isteyebilirler. Bayan Loizidou'nun şimdiye kadar ödenmeyen 600 bin dolarlık tazminatı, daha binlerce davanın açılması halinde, milyonlarca doları bulabilir.
Denebilir ki, Türkiye bunları geçersiz sayar, itiraz eder, böyle bir yükümlülüğü kabul etmeyiverir. Eğer Türkiye uluslararası camiadan, sözü geçen mahkemenin bağlı olduğu Avrupa Konseyi'nden dışlanmayı göze alıyorsa, böyle yapabilir. Ama Batılı dost ve müttefiklerine ihtiyacının en fazla olduğu (ve AB ile bütünleşmeye çalıştığı) bir dönemde böyle bir meydan okumanın zararı da büyük olur.
Bu son olay - ve yukarıda kısaca değindiğimiz diğer olumsuzluklar - Türk diplomasisinin artık Kıbrıs meselesinde ciddi bir "yeniden değerlendirme" yapması gereğini ortaya koyuyor. Görüşmelere yanaşmamakla, sert çıkışlar yapmakla, daha pragmatik öneriler üretmemekle bir yere varılamayacağını artık görmek lazım. Nitekim son zamanlarda ısrar edilen tavırlarla nereye varıldığı ortada...