Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Sami KOHEN

AB ile ilişkiler konusundaki gelişmeler - haklı olarak - kamuoyunun kafasını karıştırıyor.
Bakıyorsunuz, bir gün (örneğin Yunanistan'ın son Lüksemburg toplantısında Türkiye'nin daimi konferansa alınmasına karşı çıkması gibi) bütün umutları sarsan haberler çıkıyor. Ertesi gün (Başbakan Mesut Yılmaz'ın İtalya ve İspanya gezileri sırasında olduğu gibi) bazı hayırlı sinyaller geliyor. Ardından (örneğin Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in Brüksel'de AB yetkilileriyle son yaptığı temaslarda olduğu gibi) tartışmaların adeta bir "sağırlar diyaloğu"na dönüştüğü bildiriliyor...
Ve bu arada, gene kamuoyunun hangi anlama geldiğini sökemediği (çoğu Frenkçe kökenli) bir sürü sözcükler telaffuz ediliyor: Türkiye'nin Avrupa "vocation"u veya Türkiye'nin "seçilebilirliği" (eligibility) veya Avrupa "perspektifi" gibi...
Bu sözcüklerin hiçbiri, Türkiye'nin hedeflediği "adaylık" anlamına gelmiyor.
Aslında bu kelime oyunu içinde, AB'nin tavrı da pek net değil. Doğrusu
(gene son Lüksemburg toplantısında görüldüğü gibi) her kafadan bir ses çıkıyor. Daimi Konferans'ın ne olması - veya olmaması - gerektiği konusunda dahi görüş birliği yok. O kadar yok ki, biraz da Türkiye'yi tatmin için üretilen bu formülden vazgeçilebileceği dahi söyleniyor.
Bu karışıklık içinde, kamuoyunun kafasının karışması ve karar gününe tam 15 gün kala ne olacağını kestirememesi gayet doğal...
* * *
ÖNÜMÜZDEKİ iki hafta içinde bu konu daha çok tartışılacak, herhalde gene cafcaflı sözcükler kullanılacak, yeni formüller ortaya atılacak.
Bugün Türkiye'ye gelecek olan AB Dönem Başkanı Lüksemburg Başbakanı ile Dışişleri Bakanı'nın yapacağı görüşmeler, bu zincirin son önemli halklarından birini oluşturacak. Lüksemburg heyeti 12 Aralık'ta kendi ülkesinde yapılacak zirvede, "başvuru sahibi ülkeler" ile ilgili karara zemin olacak deklarasyonun taslağını hazırlamak durumunda. Bu nedenle İstanbul'da Türk yetkilileriyle yapacağı görüşmelerde, bu belgenin "wording"i (yani kullanılacak ifadeleri) belirlemeye çalışacak. Tabii bunu yapmak için de, önce Türk tarafının neleri kabul edebileceğini veya edemeyeceğini saptayacak.
Üst düzey yetkililerden aldığımız bilgiye göre, Türk tarafı yukarda sözünü ettiğimiz muğlak sözcüklerin yerine, bir kelime üzerinde ısrar edecek: O da, "adaylık". Yani verilecek mesaj, Türkiye'nin de, AB'nin "genişleme süreci içinde aday" olarak tanımlanmasıdır. Tıpkı diğer "başvuru sahibi ülkeler" için olduğu gibi. Kaldı ki, Türkiye bu tanıma belki diğerlerinden daha da fazla layıktır. Ankara Anlaşması'nın 28'inci maddesi Türkiye'ye bu hakkı çoktan vermiş bulunuyor...
Lüksemburglu dostların bu argümanı ne kadar dikkate alacaklarını ve dönem başkanı olarak Türkiye'nin "adaylığı"nın tescilini deklarasyon taslağına almakta ne kadar istekli davranacaklarını göreceğiz...
* * *
TÜRKİYE için kilit sözcük "aday"... AB'nin lugatında Türkiye için kullanılan kelimeler kamuoyunu şaşırtabilir; ama her sözcüğün ifade ettiği bir anlam ve bir politik tavır vardır. Eğer "daimi konferans" gerçekleşecekse ve bu "içi boş" bir forum olacaksa, Türkiye'nin "vocation"u veya "seçilebilirliği" gibi laflar, onu gerçekte, "üyelik süreci" içine sokmaz. Oysa, "aday" sözcüğü kullanılırsa, bu onu diğer "başvuran ülkeler" (applicant) ile eşit sayılıyor ve ona da bu yol açık tutuluyor demektir.
AB sonunda Türkiye'yi aday olarak kabul edecek mi? Şimdilik şüpheli görünüyor. Ama Türkiye bu konuda ısrarlı olacak ve pazarlığı bu zemin üzerinde sürdürecek.
Şimdiye kadar kelime oyunu gibi görünen bu egzersizin son aşamasında bakalım Avrupalı dostlar, Türkiye'nin ısrarı karşısında ne kadar yol alacaklar?..




Yazara Email S.Kohen@milliyet.com.tr