Söylenen sözler gönülleri fethedecek cinstendi. İnsanlarımız da bundan çok hoşlandığı için, tabii övücü ifadeler basında manşetlere çıkacaktı...
Yeni İngiliz Başbakanı David Cameron daha Ankara’ya gelmeden Türkiye’nin AB’de avukatlığını yapacağını söylüyor, ziyareti sırasında yaptığı konuşmalarda, “Türkiyesiz bir AB’nin fakir kalacağını” öne sürüyor, engel çıkaran Fransa ve Almanya’ya ateş püskürüyor, Türk-İngiliz ilişkilerinin altın çağını yaşadığını belirtiyor, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak yükselişine övgüler yağdırıyordu...
Cameron’dan sonra Türkiye’yi iltifata boğmak sırası, Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’deydi. Alman Bakan Ankara’ya gelir gelmez, “Türkiye’nin yönü Avrupa’dır” (hem de Türkçe) dedi, Türkiye’nin sadece ekonomik bakımdan değil, stratejik ve siyasal bakımdan da “Avrupa için hayati bir önem” taşıdığını vurguladı...
Ne oldu da Batılı dostlar şu sırada Türkiye’nin Avrupa için önemini bu kadar vurgulamak ihtiyacını duyuyorlar ve Türkiye’nin AB’de yer alması gerektiğini savunuyorlar?
Esas amaç ne?
Aslında İngiltere öteden beri Türkiye’ye yakınlık gösteren ve destek veren bir ülke. Ama şimdi Cameron’ın sergilediği tutum “Türk dostu” Tony Blair’in duruşunun da ötesinde... Bunda, çiçeği burnunda yeni başbakanın kendine özgü fikirlere ve üsluba sahip olmasının önemli payı var tabii. (Nitekim benzer bir tavrı Hindistan ziyaretinde de gösterdi.) Ama Cameron’ın Türkiye’nin lehinde bu kadar ateşli sözler söylemesinde siyasal nedenler var. Bunu da bir-iki cümle ile şöyle ifade edebiliriz: Türkiye’yi kaybetme endişesi... Ve dolayısıyla, bunu önlemek, Türkiye’yi yeniden kazanmak çabası...
Cameron’ın Ankara ziyaretini, Washington’da Başkan Obama ile yaptığı ilk resmi görüşmesinin hemen ardından yapması ve Türkiye’nin gönlünü almaya yönelik beyanlarda bulunması, tabii ki bir rastlantı değil...
Hatırlanacağı gibi, Obama geçenlerde bir İtalyan gazetesine verdiği demeçte, AB’yi Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasının adeta sorumlusu sayan bir ifade kullanmıştı...
Doğru veya yanlış, Anglo Sakson görüş bu... Dolayısıyla ABD gibi İngiltere de Türkiye’yi Avrupa camiası içinde tutmak çabasında. Cameron, AB’de bunun avukatlığına soyunurken, Türkiye’nin gönlünü hoş tutmaya çalışıyor. Sadece medyaya yansıyan övücü sözler söylemekle değil; aynı zamanda Türk liderleriyle görüştüğü bölgesel konularda (başta Gazze sorunu, “Mavi Marmara” baskını olmak üzere) hararetli destek vermekle de...
Ya AB’nin yönü?
Alman Dışişleri Bakanı’nın ziyareti de aynı çerçevede değerlendirilebilir. Westerwelle de, Türkiye’ye övgü ve destek ifadeleriyle, Ankara’nın gönlünü kazanmak istemiştir.
Ne var ki, Hür Demokrat Parti’ye mensup Bakan, Koalisyon hükümetinin başındaki Hıristiyan Demokrat Şansölye’den Türkiye’nin AB üyeliği konusunda farklı düşünceye sahip. Merkel de Türkiye’yi AB’den dışlamak istemiyor; ama üye olarak dahil olmasına da razı değil.
Westerwelle de Şansölye ile bir kriz yaratmamak için Ankara’daki konuşmalarında “ucu açık” bir süreçten söz etti; Ancak “Türkiye’nin yönü Avrupa’dır” demeyi de ihmal etmedi...
Şimdi sorulması gereken soru kulağa hoş gelen bütün destek ve övgü ifadelerinin “kıymeti harbiyesi”nin ne olduğudur. Örneğin Cameron’ın çıkışı, AB ile müzakere sürecindeki engelleri (birçok fasılın dondurulması gibi) ortadan kaldırabilecek mi?
Westerwelle’nin “Türkiye’nin yönü Avrupa’dır” sözüne karşılık da şunu sormak gerek: Acaba AB’nin Türkiye’nin üyeliği bağlamında yönü nedir?
NOT: Yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağım için yazılarıma kısa bir süre ara veriyorum.