Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Açıkçası, Başkent Hastanesi zirvesinde ortaya çıkan tıkanıklığın ivedilikle giderilmesinin en iyi yolu, Cumhurbaşkanının - anayasal yetkilerini kullanarak - böyle bir girişimde bulunması idi.Bu girişim, Cumhurbaşkanının AB ile müzakere sürecinin başlamasının önünde duran bazı engellerin bir an önce kaldırılmasına - yani idam cezası, Kürtçe yayın ve öğretim konularının bir karara bağlanmasına - verdiği önemi gösteriyor.***BAŞBAKANın rahatsızlığı, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçelinin yurtdışı gezisi, bu arada erken seçim konusundaki söylentiler, gereken yasal değişiklikleri yapacak Meclisin yaz tatili gibi olaylar, "AB takvimi"nin gerisinde kalmak riskini yaratıyor.Oysa Türkiyenin kaybedecek zamanı yok. Gelecek ay AB zirvesi (Sevillada) yapılıyor. Haydi diyelim ki bu "son durak" değil. Esas tarih, Türkiye ile ilgili "ilerleme raporu"nun açıklanacağı ekim ayı. Ardından da aralıkta Kopenhag zirvesi... O zamana kadar sözü geçen konularda gereken yasal değişikliklerin gerçekleşmesi lazım. Bu da her şeyden önce partiler (özellikle koalisyon ortakları) arasında bir uyum sağlanmadan mümkün değil.Dolayısı ile Sezerin şu sırada "duruma müdahale" etmesi zamanlama olarak da isabetlidir...***BAŞKENT Hastanesi zirvesinin ardından siyasilerin yaptığı bazı değerlendirmeler, Türkiyede hâlâ ABnin "iyi tanınmadığı" gerçeğini ortaya koydu.Örneğin, idam, Kürtçe yayın ve öğretim gibi konularda "Türkiyenin hassasiyetlerinin ABye iyi anlatılması", bu konuların "AB ile müzakere edilmesi" gerektiği öne sürülüyor. Hatta ABnin bundan önce diğer adaylarla böyle pazarlıklara girişip girişmediği de sorgulanıyor.Temel siyasal kriterler konusunda AB ile müzakere veya pazarlık yapılmaz. Şartlar tüm adaylara aynen uygulanır. Nitekim diğer adaylar ile müzakereler bu ülkelerin belirli kriterlere uydukları tespit edildikten sonra başlamıştır.Örneğin idam cezasının kaldırılması ile ilgili olarak ABnin aday ülkenin "özel koşullar"ını dikkate alarak bu konudaki şartından vazgeçmesi beklenemez. Resmi dilin dışındaki lisanların kullanılmasına ilişkin düzenlemelerde AB zaten belirli bir esneklik göstermektedir. Ama aday ülke de bu çerçevede kendisinden beklenenleri yerine getirmek durumundadır.Dolayısı ile, Türkiyede sözü geçen reformlar konusunda iktidar ortakları arasında çıkan anlaşmazlığın, "AB standartları" göz önünde bulundurularak halledilmesi gerekir. Yani, "liderler arasında uzlaşma"dan çıkacak formül, mutlaka AB kriterleri ile "uyum halinde" olmalıdır. Esas olan "AB ile uyumdur", yoksa siyasiler arasındaki uyum değil!***DİKKATE alınması gereken diğer bir husus da, ABnin üyelik müzakereleri tarihinin tespitinde sadece yukarıda sözü geçen 3 - 4 konudaki yasal değişiklikleri değil, başka faktörleri de hesaba kattığıdır.Türkiyede, eğer bu konular halledilirse üyelik müzakereleri garantilenecek gibi bir hava esiyor. Yanlış. AB yetkilileri (özellikle komisyon) "uygulamalara" da bakacak (Bu alanda da yetersizlikler var). Ayrıca yeni çıkan bazı yasaların AB kriterleriyle ne kadar uyumlu olduğunu da inceleyecek (Örneğin RTÜK ve af yasaları Brükselde şimdiden eleştiriliyor)...Bu durumda, AB ile uyum konusunu sadece 3 - 4 "hassas konu"ya endekse etmemek, Ulusal Programa göre gerçekleştirilmesi gereken siyasal reformları bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Yoksa idam ve Kürtçe dili konusunda atılacak adımlardan sonra, "AB bizden daha ne istiyor" gibi sorular ve "artık yeter" gibi çıkışlarla ileride "yeni tıkanıklıklar"a gidilebilir... skohen@milliyet.com.tr Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezerin AB konusunda yakında bütün siyasi liderlerin katılımı ile bir toplantı düzenleyeceğine ilişkin açıklaması, Ankarada Başbakan Bülent Ecevitin yattığı hastanede hafta başında yapılan üçlü zirvenin yarattığı belirsizliğin (ve de kaygının) ardından, umut verici bir gelişmedir.