TÜRKİYE'nin AB adaylığı yönündeki "uzun ve ince yol"da, bu hafta sonu yeni bir etap daha başlıyor.
Birliğe dahil 15 ülkenin Dışişleri Bakanları, yılda iki kez yaptıkları "gayri resmi" toplantı için, Hollanda'nın Apeldoorn kentinde bir araya geliyorlar.
Gündem genel olarak AB'nin "genişleme" politikasının ve ayrıca Türkiye'nin durumunun belirlenmesi ile ilgili.
Diğer bir deyişle AB Bakanları, 11 adayın başvurusuna nasıl bir yanıt verileceğini ve Türkiye'nin de bu adaylar listesine alınıp alınmayacağını tartışacaklar. Bu arada Türkiye'nin Kıbrıs ve Ege sorunları üzerindeki tutumundan insan hakları ve iç durumuna kadar, çeşitli konuları gözden geçirecekler.
Hemen hatırlatalım ki, Dışişleri bakanlarının bu tür "gayri resmi" toplantılarından herhangi bir "karar" çıkmaz. Bakanların vardıkları sonuç (eğer gerçekten bir sonuç da çıkıyorsa), "tavsiye" niteliğindedir.
Ancak bu görüş ya da tavsiyenin bir ağırlığı vardır. Nitekim Apeldoorn buluşmasında ortaya çıkacak eğilim, Türkiye'nin AB adaylığına giden "uzun ve ince yol"daki diğer yeni etaplarına bir yön verecektir.
Bundan sonraki önemli etaplar Nisan'da Ortaklık Konseyi toplantısı, Haziran'da Amsterdam zirvesi ve nihayet - kesin kararın verileceği - Aralık ayındaki Lüksemburg zirvesidir.
* * *
ŞİMDİYE kadarki belirtiler "genişleme" konusunda AB'de iki ayrı "düşünce ekolü"nün varlığını gösteriyor.
Bunlardan biri, adaylığı "cepte keklik" sayılan 11 ülkenin başvurusunun iki (veya belki üç) aşamada ele alınmasıdır. İlk "dalga" Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi AB standartlarına "en uygun" 3 ülkeyi kapsayacak. Diğerleri ise "ikinci dalga"ya dahil edilecek ve onlarla müzakereler daha ilerde başlayacak.
İkinci "düşünce ekolü"ne göre ise, böyle bir farklılık gözetmek doğru değil. AB bütün bu adayları listeye almalıdır. Ancak durumları AB standartlarına pek uymayanla müzakereler daha sonra başlayabilir, onların tam üyeliği daha ileri bir tarihe atılabilir.
Bu iki görüş arasında, şimdi Alman Başbakanı Helmut Kohl'ün yeni ortaya attığı bir üçüncü formül de yer alıyor. Alman lideri, AB'nin bu aşamada herhangi bir liste hazırlamamasını, Birliğin şimdiden kimseye angaje olmamasını, zamanla peyderpey bazı adaylarla müzakereye oturulmasını öneriyor. Ona göre böylece kimse "bizi dışladılar" diyemeyecek. AB de gereksiz yere genişleyerek yeni bir mali yükün altına girmeyecek...
Apeldoorn toplantısında bu görüşlerden hangisinin galip geleceğini göreceğiz.
Tabii bizim için önemli olan, Dışişleri Bakanlarının bu aşamada Türkiye'yi nerede görmek istedikleridir: İçerde mi, dışarda mı? Yoksa "bekleme odası"nda mı?..
* * *
TÜRKİYE'nin adaylığı konusunun AB üyelerini çok zor bir tercihle karşı karşıya bıraktığını kabul etmek gerek. Bir yandan Türkiye'nin stratejik, siyasal ve ekonomik önemi... Öte yandan Türkiye'nin bazı konularda AB standartlarının gerisinde görülmesi...
Türkiye'nin önemi, (belki Kohl ve bir - iki lider dışında) çoğunluğun "Ankara'yı dışlayamayız. Bunu yaparsak aleyhimizde olur" diye düşünmesine yol açıyor.
Türkiye'nin AB standartlarının gerisinde olması ise, hemen hemen tüm üyelerin "bu durumda Ankara'yı hemen aramıza alamayız" demesine neden oluyor.
Tabii bu son kategoride, objektif kıstaslar yerine, bencil ve tutarsız (hatta çağ dışı) gerekçeler öne sürenler var: Örneğin Yunanistan'ın koştuğu şartlar ve çıkardığı engeller gibi... Veya Helmut Kohl'ün "kültür ve medeniyet farkı" iddiası gibi...
Karamsar bir tahmin yapmak istemiyoruz, ama bizim sezdiğimiz, AB'deki eğilimin, Türkiye'yi "dışlamamak", ama bu aşamada "dahil etmemek" yönünde olduğudur.
Diğer bir deyişle, ne içerde, ne dışarda...
Ya ne?
Onbeş Dışbakan yeşilliklerle çevrili, şirin ve sakin Apeldoorn'da bu hafta sonunu "uygun bir formül" bulmak için kafa yorarak geçirecek...