Sami KOHEN
AB'nin kararını başta kendi açılarından zafer olarak gören Yunanlıları (en azından aklı başında olanları) şimdi bir düşünce aldı: Türkiye'nin yolunu kesmek işlerine ne kadar gelir? Ankara'nın buna tepkisi ve alacağı önlemler, Kıbrıs ve Ege sorunları konusundaki beklentilerini ne ölçüde karşılar - veya baltalar?
Lüksemburg zirvesinde alınan kararda, Yunanistan'ın büyük payı olduğu kesin. Gerçi Atina'da resmi ağızlar, kabahati daha çok Almanlara yüklemeye çalışıyorlar.
Kuşkusuz Almanya'nın da Türkiye'nin adaylığını engellemede epey etkili olduğu bir gerçek. Ama sonuç bildirgesinde özellikle Kıbrıs ve Türk - Yunan ilişkileri konusunda yer alan (ve Türkiye için kabul edilmez bir nitelik taşıyan)
ifadeler tamamen Yunanlıların marifeti! Bunu kendileri de açıkça söylüyorlar. Zaten kararın ilanından sonra Atina'dan zafer çığlıklarının yükselmesi de bunun açık bir belirtisi.
AB'de, "Yunanistan genişleme politikasına karşı vetosunu kullanır" korkusu ile bu oyuna geldi; yani Atina'nın Kıbrıs ve Ege sorunları konusunda öne sürdüğü şartları kabul etmekle, kendi kendisini Yunan ipoteğinin altına almış oldu.
* * *
ATİNA'da AB zirvesinin kararından sonra duyulan sevincin ardından "gerçekte ne kazandık" sorusunu sormaya başlayanlar var. Gerçi bu Yunan basınına henüz tam yansımadı, ama bazı yorumcular bunu kendi aralarında sorup tartışıyorlar.
Eski Başbakan Miçotakis'in gazetecilerin "bu sonuç Yunanistan için bir zafer midir" sorusuna verdiği şu yanıt anlamlıdır:
"Eğer Türkiye bu kararı kabul etseydi, bir zafer sayılabilirdi. Ama Türkiye bu sonucu reddetmiştir"...
Yunan diplomasisinin hesabı şu idi: AB'nin Türkiye'yi ilerde aday sayacağı vaadiyle şimdiden kendisine bazı şartları kabul ettirmesi, Atina'ya Kıbrıs ve Türk - Yunan anlaşmazlıkları üzerinde istediğini elde etme olanağını sağlayacaktır. Yani, Türkiye, her iki konuda AB tarafından Atina'nın arzuladığı doğrultuda bir çözümü kabule zorlanacaktır.
Gerçekten Yunan diplomatları böyle bir strateji ile yola çıktılarsa, ciddi bir hesap hatası yapmışlardır.
Türkiye'nin AB ile Kıbrıs ve Türk - Yunan anlaşmazlıklarını hiçbir şekilde görüşmeme kararı, Kıbrıs'ta daha önce ilan edilen bir dizi önlemi hayata geçirme ve toplumlararası görüşmeleri kesme konusundaki uyarısı, AB'yi devreden çıkarıyor. Oysa Atina AB'yi bir baskı aracı olarak görüyordu... Ayrıca, şimdi gerek Kıbrıs sorununda, gerekse Türk - Yunan uyuşmazlıklarında, geriye bir dönüş var.
AB, Yunanistan sayesinde, bu meseleleri çözümsüzlüğe mahkum etmiş bulunuyor...
* * *
GEÇENLERDE İngiltere'de Türk - Yunan sorunlarının tartışıldığı Wilton Park Konferansı'nda, Yunanistan'ın Türkiye'nin AB adaylığı karşısındaki tavrının, ilişkilerde belirleyici bir faktör olacağı belirtilmişti.
O zaman da yazdığımız gibi, Atina'nın üyeliğe engel olması ilişkileri gerginleştirecek, çözümü büsbütün zorlaştıracak; buna karşılık Yunanistan'ın bir jest yapıp bu engelden vazgeçmesi ise, Ankara'nın da daha uzlaşıcı davranmasına yol açacaktı.
Bu görüşe, bazı Yunanlı akademisyenlerin yanı sıra bazı eski hükümet yetkililerinin ve diplomatların katılmasını, ümit verici bulmuştuk.
Demek ki, gerçekçi ve akılcı tavır, ancak aktif görev (veya iktidar) sonrası mümkün oluyor!.. Ama o zaman da iş işten geçiyor. Nitekim bu kez de geçti: Şimdi Kıbrıs meselesinde ve Türk - Yunan ilişkilerinde ufukta yeniden fırtına gözüküyor...
Kıbrıs konusunda, entegrasyon politikasının uygulanmasının, federasyon fikrinin rafa kaldırılmasının ve görüşmelerin kesilmesinin Türkiye açısından isabetli olup olmadığı tartışılabilir.
Ancak bir gerçek artık açıkça kendisini belli ediyor: Adada fiili taksim kesinleşiyor, resmileşiyor... Kıbrıs'ta olduğu gibi Ege'de de uzlaşma ve çözüm şansları zayıflıyor...
Bu kimsenin yararına değil; ama hafta sonu AB kararının sevincini yaşayan Yunanlılar, şimdi "ne kazandık" diye ne kadar sorsalar yeri vardır...
Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr