Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Ankara ziyaretinin ve Başkan Barack Obama’nın Türkiye’ye geleceği haberlerinin yarattığı heyecanla, herkes Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde -olumlu anlamda- “yeni bir dönem”in açılmakta olduğu konusunda birleşiyor.
Obama yönetiminin dış politikada öngördüğü değişiklikler çerçevesinde Türkiye ile son zamanlarda bozulan ilişkileri onarmak için ciddi adımlar atması bekleniyordu; ama doğrusu, yeni Başkan’ın daha Beyaz Saray’daki ilk haftalarında Türkiye’ye yönelik öylesine çarpıcı bir açılım yapacağı tahmin edilmiyordu.
Obama yönetiminin bu inisiyatifinin, tam da Washington başta olmak üzere çeşitli Batılı başkentlerde “Türkiye acaba Batı’dan uzaklaşıyor ve başka bir eksene doğru kayıyor mu” tarzında soruların sorulduğu bir zamanda gerçekleşmesi tesadüf olmasa gerek.
Bizce yeni Amerika yönetiminin bu açılımında Türkiye’yi “kaybetmemek kaygısı” veya daha doğrusu “Türkiye’yi kazanmak” amacının büyük payı vardır.
Bu da Obama yönetiminin neden ivedilikle “Türkiye’yi kazanmak” stratejisini benimsediği sorusunu gündeme getiriyor.

Ankara’nın rolü
GÜNÜMÜZ konjonktürü içinde Türkiye’nin jeostratejik önemi bütün dünyaca kabul ediliyor.
Washington’un ve özellikle yeni yönetimin gözünde, bu önem, Brookings Enstitüsü’nden Ömer Taşpınar’ın “Sabah”taki yazısında belirttiği gibi, sadece coğrafyasından değil, “siyasi kimliğinden ve neler yaptığı”ndan kaynaklanıyor. ABD, Türkiye’nin oynadığı aktif bölgesel rol nedeniyle, Washington’da “ciddiye alınıyor”.
Aslında Obama’nın dış politikadaki öncelikleri ve selefi Bush yönetiminden değişik görüşleri ve hedefleri, Türkiye’nin son zamanlarda izlediği politikalara oldukça yakındır. Bu bağlamda Türkiye’nin Suriye ve İran’a açılımı, Suriye ile İsrail’i, Afganistan ile Pakistan’ı, Irak’taki çeşitli grupları uzlaştırma girişimleri Washington’da da dikkatle izlenmektedir.
Obama yönetimi bu ve diğer bölgesel meselelerde, izlemeyi düşündüğü yeni politikalarda Türkiye’nin katkılarının sağlanmasını kendi stratejik hedefleri açısından da çok önemsiyor. Bu alanlarda Türkiye ile “ortak” çalışmak istiyor.
Kısa bir süre içinde, Başkan’ın özel temsilcisi George Mitchell’in, ardından Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Ankara’ya gelmesi ve hele Başkan Obama’nın da nisan başlarında Türkiye’yi ziyaret etme kararını vermesi “Türkiye’yi kazanmak” amacının bir göstergesidir.

Amerikan pragmatizmi
BU tutumun, Washington’da pek hoş karşılanmayan “Davos olayı”na veya Hamas’a verilen açık desteğe ya da Sudan’daki rejime gösterilen sempatiye rağmen sergilenmesi de ilginçtir. Bu da Washington’un Türkiye’ye duyduğu ihtiyacı ve “Amerikan pragmatizmi”ni gösteriyor.
Bu bakımdan, Türk diplomasisinin son zamanlarda yaptığı açılımların -zaman zaman tepkiyle karşılansa da- Ankara’nın itibar ve etkinliğini artırdığını ve diğer birçok ülkenin olduğu gibi ABD’nin nezdinde de elini güçlendirdiğini kabul etmek gerek.
Obama yönetiminin Türkiye açılımıyla, gerek ikili ilişkilerde, gerekse bölgesel konularda bir “stratejik ortaklık” kurulması hedefleniyor.
Bu ortaklığın gerçek anlamda nasıl işleyeceği, bu konularda ABD’den ne gibi talepler geleceği, buna karşılık Obama yönetiminin de Türkiye’nin istek ve beklentilerini ne ölçüde karşılayacağı bu “yeni dönem”de görülecektir.
Bunun işaretleri herhalde Başkan Obama’nın Ankara’da yapacağı görüşmelerde daha açık belli olacaktır.