Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

WILTON Park, İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşundan biridir. Merkezi İngiltere’nin güneyindeki Sussex bölgesinde, uçsuz bucaksız kırların ortasında Wiston House adlı eski bir şatoda bulunan bu kurum, yıl boyunca güncel uluslararası konular üzerinde konferanslar düzenler. Avrupa başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden gelen akademisyenler, politikacılar, diplomatlar, yazarlar gündemdeki sorunları Wiston House’un o sakin atmosferi içinde enine boyuna tartışırlar ve yeni fikirler üretmeye çalışırlar...
Wilton Park, bazen bu tür konferansları konuyla direkt ilgisi olan ülkede de düzenler. İşte Wilton Park yöneticileri bu hafta “Türkiye’nin AB’ye Katılım Süreci” başlıklı temayı görüşmek için İstanbul’u seçti.
Aralarında devlet yetkililerinin ve önemli isimlerin de bulunduğu 25 Avrupa ülkesinden yüze yakın katılımcı ve konuşmacı, dünden itibaren, 3 günlük bir konferans için Conrad Oteli’nde bir araya geldiler.
Türkiye-AB ilişkilerini akla gelebilecek her yönüyle tartışmayı amaçlayan bu konferans, Anayasa Mahkemesi’nin AKP’nin kapatılması talebini ele alma kararının gölgesi altında başladı. Dolayısıyla gündemdeki ana başlıkların dışında katılımcılar konferans salonunun içinde ve dışında bol bol bu kararın olası sonuçlarını da tartıştılar...

‘Önleyici darbe’...
Wilton Park kurallarına uygun olarak kimseyi zikretmeden, bizim konferansın dışında çeşitli katılımcılarla ve bazı yetkilerle yaptığımız sohbetlerin ışığında, Türkiye’deki bu son olayla ilgili düşüncelerini şöyle özetleyebiliriz:
-  Hemen hemen herkes, iktidar partisini kapatma girişimini kınıyor, bunu demokrasiye aykırı buluyor, bu tür sorunların mahkemede değil, parlamentoda halledilmesi gerektiğini savunuyor. Bu arada olayı “yargının önleyici bir darbesi” olarak nitelendirenler ve “En sonunda düşünülebilecek şey, başa alındı” diyenler var...
-  Mahkeme ne karar verirse versin, hâkim görüş, bu eylemin Türkiye’nin imajını sarstığı ve bunun da siyasal, ekonomik alanlarda ve özellikle Batı ile ilişkilerde yeni sıkıntılar yaratacağıdır. Bazılarına göre, bugünkü iktidar partisi bu şartlar altında, AB ile ilişkileri ve beklenen reformları bir kenara bırakabilir. Bu durum ayrıca AB’de Türkiye’ye sıcak bakmayanları daha da cesaretlendirebilir...
-  Şöyle düşünenler var: AKP hükümetinin önünde iki şık var: Ya sadece bu meseleye odaklanır ve kapatmayı önlemek için karşı hücuma geçebilir; ya da esas reform programını ciddi olarak ele alıp hızlandırır. AB çevrelerinin tavsiyesi bu ikinci şıkkın tercih edilmesi veya en azından ihmal edilmemesidir...

Dengeli davransalar...
Sohbetlerimizde ve yapılan konuşmalarda dikkatimizi çeken husus, Avrupalıların olayın “kapatma” yanı üzerinde odaklanmaları (ve bunu eleştirmeleri), buna karşılık Türkiye’deki laiklik konusundaki duyarlılığı (ve örneğin türban sorununun yarattığı tepkileri) pek dikkate almamalarıdır. Nitekim gerek Brüksel’de yapılan açıklamalarda, gerekse Batı basınındaki yorumlarda madalyonun bu tarafı görülmüyor veya belirtilmiyor.
Konferansa katılan bazı kimselerle bunu konuştuğumuzda, bu eksikliği onların da hissettiğini sezdik. Meselenin bu yanı dış başkentlerdeki resmi açıklamalara ve medya yorumlarına da yansısa çok daha doğru ve yararlı olacak...