Yorum Genelde bölgede konjonktürün ve dengelerin sıkça değişmesi, diplomasiyi de "ince ayar" yapmaya ve hatta bazen zikzaklar çizmeye itiyor.Bu koşullar altında tarafsız davranma çabaları da, bazen ya tam başarılı olamıyor veya tarafların eleştirilerine yol açıyor...Türk diplomasisi de böyle durumlarda karşılaşıyor. Özellikle son dönemde daha aktif bir "bölgesel rol" oynamaya çalışan Ankara, zaman zaman uygulamada birtakım sıkıntılarla karşılaşıyor, temel hedeflerini değiştirmese de, stratejilerinde bazı düzenlemeler (veya düzeltmeler) yapmak ihtiyacını duyuyor... ORTADOĞU'da aktif bir politika izlemenin en büyük zorluğu, her zaman aynı yolda yürüyebilmek veya aynı ilkeli tavrı sürdürebilmektir. Bunun son örneklerinden biri, bu hafta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Ankara ziyareti vesilesiyle açıkça görüldü.Dün de belirttiğimiz gibi, bu çifte ziyaretin zamanlaması ve içeriği, Türk diplomasisi için önemli bir başarıdır. Dün, Peres ve Abbas'ın, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte "Ankara Forumu" çerçevesinde bir araya gelip önemli bir ekonomik işbirliği anlaşmasına imza atmaları, bunun ardından Meclis'e gidip konuşma yapmaları, gerçekten bütün dünyanın ilgi ve takdirini toplamıştır.Bu olayın ilginç bir yönü de, Türkiye'nin artık Abbas'ın yanında yer aldığı gerçeğini sergilemesidir. Türkiye, Filistin liderine ve onun yönetimine hem siyasal, hem de ekonomik destek konusunda açık bir tavır almıştır.Bu, Türk hükümetinin daha önce Hamas'a açılımlarından farklı bir çizgiye geldiği şeklinde de değerlendirilebilir. Unutmamalı ki, halen Filistinliler, ayrı iki bölgede -Batı Şeria ve Gazze'de- yaşıyorlar. Hamas'ın hâkim olduğu Gazze, izole edilmiştir. Batı Şeria'daki Abbas yönetimi ise meşru sayılmakta ve özellikle Batı'dan destek görmektedir...Geçen yıl AKP'nin Hamas'a yaklaşmasından ve hükümetin onunla diyalog kurmasından sonra, bugün varılan nokta, bir 'ince ayar'ın veya pragmatik bir düzenlemenin yapıldığını gösteriyor. Abbas'a tam destek Ankara, özellikle komşularıyla iyi ilişki kurma politikasında büyük mesafe kat etmiştir. Bu arada Ortadoğu coğrafyasındaki yakın ülkelerle eski soğukluklar giderilmiş, yeni dostluklar ve hatta işbirliği bağları kurulmuştur.Suriye ve İran bu ülkeler arasında. Türk diplomasisi bu ülkelerle ilişkileri ikili düzeyde geliştirmeye çalışırken, aynı zamanda, bölgesel krizlerin ve gerginliklerin giderilmesi için de çaba harcıyor.Ancak, özellikle İran konusunda da görüldüğü gibi, bu bazı ciddi sıkıntılar yaratıyor ve Batı ile ilişkilerin geleceğini etkiliyor. Bu da Ankara'yı -İngilizce deyimiyle- "ip cambazlığı diplomasisi"ni uygularken epey zora sokuyor.Türkiye bu zorluklardan birini daha, bu hafta Suudi Arabistan Kralı'nın Ankara ziyaretinde yaşadı. Cumhurbaşkanı Gül'ün "veda" gerekçesiyle Kral Abdullah'ın kaldığı otele gitmesi, bazı çevrelerde bir "protokol skandalı" olarak nitelendirildi ve eleştirildi. İlk bakışta, örneği az olan bu tür bir uygulamaya gidilmesi, hoş karşılanmayabilir. Ancak Suudi Kralı'nın kaprisleri veya beklentileri, başka ülkelerde de liderlerin onun ayağına gitmesine yol açıyor. (Son örnek: Almanya'da Şansölye Merkel'in onun isteğine uyarak havaalanına gitmesi)...Açıkçası bizi bu "protokol skandal"ından çok, Kral'ın Anıtkabir'e gitmeyişi rahatsız etti. Hem de Atatürk'ün ölüm yıldönümünde... skohen@milliyet.com.tr Kral'ın kaprisi