Olacağı bu idi. Türkiye sonunda IMF'nin koşullarına - bulduğu bir formül ile - boyun eğdi. Şimdi IMF'nin ve ardından Dünya Bankası'nın, kredilerin ikinci dilimine yeşil ışık yakması bekleniyor.
Ancak hükümetin davranışı, pahalıya mal oldu. Dün NTV'de Celal Pir'in yaptığı bir hesaba göre, Türkiye'nin alacağı toplam 3.2 milyar dolarlık yardıma karşılık bir hafta içinde uğradığı zarar tam 13.1 milyar doları buluyor. Bu ağır faturayı, başka ilavelerle daha yüksek (20 - 25 milyar dolar) tutanlar da var.
Bu, zararın maddi yönü. Bir de manevi boyutu var: Sarsılan güven. Hem sadece IMF çevrelerinde değil, dünya piyasalarında, dost ülke başkentlerinde...
Asıl ciddi kayıp da bu.
* * *
OLAN oldu deyip şimdi hiç olmazsa benzer durumların tekrarlanmaması için, son deneyimden gerekli sonuçları çıkarmak gerek.
* Türkiye'yi yönetenler ve dış ilişkilerde söz sahibi olanlar, her şeyden önce muhataplarını iyi tanımalı, tanımıyorlarsa bunu öğrenmelidir. Örneğin IMF nedir? Nasıl çalışır? Ne gibi programlar uygular? Kuralları nedir? Hangi noktalarda ısrar eder? Kredi alan ülke, varılan anlaşmaya uymazsa ne olur?
Kriz sırasında verilen demeçler, bunun yönetim kadrolarında tam bilinmediğini ortaya koydu. Örneğin Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz "insanlık namına ucuz kredi verecek bir dünya teşkilatı bulunmadığından" yakındı, IMF'nin "acımasız" davranmasından yakındı ve bu kurumları "insanca davranmaya" çağırdı!.. Oysa IMF, Dünya Bankası gibi teşkilatlar "hayırsever" kurumlar değil. Bunlarla ilişkiler daha çok "banka - müşteri münasebeti" düzeyindedir.
IMF ve benzeri kurumlarla imzalanan anlaşmalardan veya verilen sözden yarı yolda vazgeçmek pahalıya mal olur. "Bizim şartlarımız farklıdır", "bize müdahale edemezler" gibi argümanlarla veya "dayatmacı" gibi suçlamalarla karşı tarafın tavrını değiştirmek olanaksız. Özellikle iletişim kanallarının açık olduğu süreçte, hamasi veya tehditkar beyanlardan sakınmak gerek.
Bu vesile ile yöneticiler, politikacılar, Türkiye'nin toparlanabilmesi için, gerekli reformları harfiyen uygulamak, eski alışkanlıklardan vazgeçmek ve dünya standartlarına uymak zorunda bulunduğunu anlamış olmalıdır. Örneğin, sadece dışta istendiği için değil, ama doğrusu bu olduğu için, artık "partizan" kararlara ve uygulamalara (başta atamalar olmak üzere) artık son verilmelidir.
İyi ki hükümet "kafa tutan" bir tavır yerine, sonunda esnek davrandı ve kendi şartları üzerinde ısrar etmedi. Öyle olsaydı Türkiye çok daha vahim bir bunalıma sürüklenebilirdi. Zamanında uzlaşıcı davranmanın, hatta zorunlu ise geri adım atmanın, atıp tutmaktan çok daha fazla ulusal çıkarlara hizmet ettiği unutulmamalıdır.
* * *
BUNLAR son deneyimden dış ilişkiler açısından (ister ekonomik, ister siyasal alanda olsun) çıkarılabilecek başlıca dersler.
Bu dersler IMF için olduğu kadar, AB ve benzer kurumlar için de geçerlidir.
Aynı hataların tekrarlanmaması ve aynı kritik durumlara düşülmemesi, bu derslerin her an akılda tutulmasına bağlı.
Türkiye'yi yönetenler, ülkenin daha fazla maddi zarara ve güven kaybına tahammülü olmadığını da artık bilmelidir.