Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev Ankara ziyareti sırasında, Türk-Rus ilişkilerini “Sadece sözde değil, gerçekte de stratejik bir ortaklık” olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, hızla gelişen bu çok yönlü ilişkilerin “stratejik bir boyutunun bulunduğunu” belirtti.
Türkiye’nin ABD başta olmak üzere Batılı müttefikleriyle bağlarının gerçekten “stratejik” olup olmadığı konusunun sorgulandığı bir ortamda, Türk-Rus ilişkileri için bu sıfatı kullanmak ne kadar doğrudur?
Bu ifadeyi dile getirmek için henüz zaman erken sayılabilir; ancak oluşmakta olan yeni ortaklığın o noktaya doğru gelişmekte olduğu açık. Medvedev’in ziyaretinde 17 anlaşmanın imzalanmış olması, bunun canlı bir göstergesi. Bunların arasında gerçekten “stratejik” bir nitelik taşıyan bir anlaşma var ki, o da nükleer santralın kurulmasıyla ilgili mutabakattır.
Bu anlaşmanın başlıca özelliği, hükümetler arası düzeyde gerçekleşmiş olması, dolayısıyla Türk hükümetinin ülkemizdeki ilk nükleer tesisin kurulması ve işletilmesi işini Rusya’ya vermeyi tercih etmesidir.
Diğer bir özellik de, Akkuyu’da kurulacak olan 4 reaktörün sahibinin de bir Rus şirketi olması ve onun ileride bazı Türk şirketlerinin de katılmak istemesi halinde dahi en büyük ortaklık payını saklı tutmasıdır.

Neden Rusya?
Bunun anlamı, doğalgazda yüzde 65, petrolde yüzde 35 oranında Rusya’ya bağlı olan Türkiye’nin, şimdi nükleer enerjide de Moskova’ya bağımlı hale gelmesidir.
Bazı uzmanlar, Rus şirketinin gerek teknoloji, gerekse üreteceği elektriğin fiyatı bakımından Türkiye’ye bir avantaj sağlamadığı, dolayısıyla Ankara’nın bu anlaşmayı Samsun-Ceyhan petrol boru hattını da içeren daha geniş bir “paket” çerçevesinde değerlendirdiği kanısındalar.
Tercihin nedenleri ne olursa olsun, gerçek şu ki, Türkiye Rusya ile enerji alanındaki ortaklığını artık “stratejik boyutlar”a taşıyor. Ankara, doğalgaz ve petrol ithali alanında olduğu gibi, enerji naklinde ve şimdi de nükleer enerji merkezinin tesisinde de daha çok Rusya’ya meylediyor.
“Stratejik ortaklık” hedefine doğru gidişte diğer alanlarda da atılan adımlar var. Ankara’da imzalanan vize anlaşması pratik olduğu kadar sembolik bir önem taşıyor. Aynı şekilde “Üst Düzey işbirliği Konseyi” adlı mekanizmanın kurulması da bu yönde atılan diğer bir adım...
Medvedev ile yapılan görüşmeler, iki ülkenin “dış meseleler” üzerinde de geniş bir anlaşma zemini bulduklarını ortaya koydu. Örneğin İran krizinin nasıl çözümlenmesi gerektiği konusunda Türk ve Rus liderleri benzer görüşteler. Ortadoğu sorunu konusunda da öyle. Hatta Medvedev ve Erdoğan, Hamas’a karşı aynı tutumu sergiliyorlar...

Yeni yöneliş
Türk-Rus ilişkilerindeki gelişme, Türk dış politikasının yeni seyrini de yansıtıyor. Türk-Rus ortaklığının boyutları, artık Ankara’nın eski dost ve müttefikleriyle ilişkilerinin boyutlarını da aşmakta olduğunu gösteriyor.
Açıkçası bugün Türkiye’nin hangi Batı ülkesiyle bir vize mutabakatı veya bir nükleer enerji anlaşması ya da 100 milyar dolarlık bir ticaret hedefi var?
Kuşkusuz bu, Rusya’nın Batılı müttefiklere bir alternatif sayılması ve eski köklü bağların küçümsenmesi veya ihmal edilmesi için bir neden değil. Ancak bu son gelişme de gösterdi ki Türk dış politikası artık başka eksenlere de yöneliyor...