Türkiye'nin Orta Asya cumhuriyetleri ile ilişkilerine son zamanlarda sanki bir şeyler oldu. Kişisel bazı temaslar ve karşılıklı sempati dışında, Ankara ile bu cumhuriyetler arasında bir hareketsizlik, hatta bir soğukluk hakim olmaya başladı.
Oysa, 1990'ların başında bu cumhuriyetlerin bağımsızlığa kavuşmalarından sonra, sıcak ve coşkulu bir hava esti. "Türk dünyası" Ankara'nın dış politikasının yeni ve önemli bir boyutu oldu. Ortak tarih, din, dil, kültür faktörünün bu "kardeş ülkeler" ile, her alanda sıkı bağların kurulmasına yol açacağı düşünüldü.
Özal ve Demirel zamanında, liderler düzeyinde gerçekten ilişkiler samimi biçimde gelişti. Bu arada ticaretten eğitime kadar birçok alanda işbirliği de kuruldu.
Ama açıkçası, ilişkiler pratikte beklendiği düzeye yükselemedi. Bu, iki taraf arasında düş kırıklığı dahi yarattı. Bu arada Demirel'in cumhurbaşkanlığı görevinin son bulmasından sonra, ilişkilerin daha da soğuyabileceği öne sürüldü.
Gerçekte Ahmet Necdet Sezer'in cumhurbaşkanlığı devralmasına rastlayan yeni dönemde, Türk diplomasisi, Orta Asya politikasında yeni bir atağa geçti. Ankara ilişkileri yeni bir değerlendirmeye tabi tuttu, bunları kurumlaştırmaya ve günün koşullarına göre daha sağlam bir zemine oturtmaya karar verdi, bu arada mevcut bazı anlaşmazlıkları (Özbekistan'la olduğu gibi) ve güvensizliği ortadan kaldırmak için inisiyatifi ele aldı...
* * *
CUMHURBAŞKANI Sezer'in 4 Orta Asya cumhuriyetini kapsayan gezisi, işte bu yeni yaklaşımın önemli bir boyutunu oluşturuyor.Sezer'in bu atılımı iki hususu gözlerin önüne seriyor: Birincisi, Türkiye'nin bu cumhuriyetlere karşı ilgisinin yeniden canlandığı ve hareketsizlik veya soğukluk döneminin artık geride bırakıldığıdır. İkincisi ise, bu ülkelerle ilişkilerin, ortak çıkarlara uygun ve pratik yarar sağlayacak bir temel üzerinde bina edilmekte olduğudur.
Bu cumhuriyetlerle, ilişkilerin ilk yıllarında açıkçası duygusallık hakimdi. Kardeşlikten, hatta ağabeylikten söz ediliyordu. Bu ulusların, her alanda tercihini Türkiye'nin lehinde kullanacağı sanılıyordu.
Oysa bunlar yanlış hesaplar ve davranışlardı. Bunun iyice anlaşılması ve "gerçekçi politika"ya dönülmesi için 10 yıl geçmesi gerekti.
Orta Asya cumhuriyetlerinin daha baştan Türkiye'nin laik ve çoğulcu düzenine, siyasal, ekonomik ve sosyal reformlarına bir model olarak baktığı doğrudur. Ama yapılanma ve kalkınma süreci içindeki bu ülkelerin, kendilerine elini uzatan ve yardımcı olan dostlara ihtiyacı vardır.Bu cumhuriyetlerin
Moskova'ya bağımlılığı devam ettiği gibi, bölgede (özellikle ekonomik alanda) Rusya'dan ABD'ye, İran'dan Çin'e kadar pek çok ülke arasında
yoğun bir rekabet vardır.
Bugün Ankara, bu koşulların ve beklentilerin bilincinde.
İlişkilerin sağlıklı ve sürekli biçimde gelişmesi, bu faktörlerin esas alınmasına bağlı...* * *
CUMHURBAŞKANI Sezer'in gezisi, bu faktörlere göre, yeni stratejilerin oluşturulmakta olduğunu ortaya koydu.
Örneğin, bu ülkelerle ilişkilerde şimdi "güvenlik boyutu" ağırlık kazanıyor. Bu özellikle Özbekistan ve Kırgızistan'ın ihtiyaçlarını karşılayan yeni bir işbirliği alanı.
Bu iki devlet de, köktendinci terörün tehdidi ile karşılaşıyor. Bu konuda maddi manevi desteğe muhtaç.
Türkiye'nin bu alanda deneyimi ve olanakları var. Şimdi imzalanan anlaşmalara göre, Ankara bu ülkelere istedikleri desteği sağlayacak.
Orta Asya cumhuriyetleri ile bizim ihtiyacımız olan enerjiden, onların önemsediği tarım, hayvancılık ve sanayiye kadar, çeşitli ekonomik alanlarda da büyük işbirliği olanakları var. Ancak bütün bu projeleri rasyonel ve gerçekçi bir yaklaşımla ele almak gerek.
Sezer'in atağından sonra beklenen de budur.Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr