İngiltere'de "Ilısu karşıtları" sevinebilirler: Son aylarda, Blair hükümetine, Türkiye'nin bu önemli projesine desteğini geri çekmesi için yaptıkları baskılar, sonuç vermişe benziyor.
"Guardian" ve "Independent" gazetelerinin haberine göre, İngiliz Bakanlar Kurulu, Türkiye birtakım şartları yerine getirmediği takdirde, daha önce vaat ettiği kredi garantisini vermekten vazgeçmek eğiliminde.
Yani açıkçası İngiliz hükümeti, böylece Türkiye'ye karşı bu baraj konusunda yoğun bir kampanya yürüten çevrelerin koşullarını benimsemiş oluyor.* * *
NEDİR bu şartlar?
Bir kere Türk hükümeti, baraj yüzünden arazileri istimlak edilenlere tazminat ödesin, evlerinden olacak aileleri de başka bölgelerde barındırsın...
Bunda önemli olan bir husus var: İngiliz insan hakları aktivistleri, olaya bir de "Kürt unsuru"nu katıyorlar ve zarara uğrayacak kimselerden "Kürt halkı" diye söz ediyorlar. Nitekim "Independent" gazetesi de haberinde Ilısu projesinin "16.000 Türk Kürdünü evsiz bırakacağını" iddia ediyor!..
İkinci şart, çevrecilerin argümanını dile getiriyor: Bu baraj yüzünden, Dicle suları Hasankeyf'in arkeolojik ve tarihi varlığını yok edecek. İstenilen şey, Türk hükümetinin buna engel olacak önlemleri almasıdır.
Nihayet bir üçüncü şart var: Deniyor ki Ilısu yüzünden, Irak ve Suriye de zarar görecek. Dicle suları eskisi kadar ve aynı kalitede bu iki komşu ülkeye akmayacak. Dolayısı ile Ankara bu konuda da "uluslararası kurallara" uyacağını taahhüt etsin. Böyle bir garanti istemi, geçenlerde toplanan Arap Birliği tarafından da alındı ve hatta İngiliz hükümetine de, Türkiye'ye mali desteğin çekilmesi hususundaki bir çağrı ile birlikte iletildi...
* * *
İNGİLİZLER Ilısu Barajı'na neden bu kadar ilgi ve duyarlılık gösteriyorlar?Bu 1.2 milyar sterlinlik dev projeyi gerçekleştirecek olan uluslararası konsorsiyumda Balfour Beatty adlı bir İngiliz şirketi var. Bu şirket üstlendiği 200 milyon sterlinlik bir kontrat için, İngiltere hükümetinden bir "kredi garantisi" sözü almış durumda.
Yani Blair hükümeti bir nevi kefil oluyor bu işe.Ne var ki, hele Türkiye söz konusu olunca, çeşitli konularda "aşırı bir duyarlılık" içinde olan birtakım çevreler, hemen bir kampanya açtılar ve öne sürdükleri şartlar yerine getirilmezse, İngiliz hükümetinin desteğini geri çekmesini istediler. Bu çevrelerin içinde, sivil toplum örgütlerinin yanı sıra, Avam Kamarası'nın bir hayli etkili üyeleri de var.
Geçenlerde Türkiye'ye gelen bu milletvekillerinden Ann Clwyd, yaptığımız bir söyleşide, "Blair hükümeti eninde sonunda sesimize kulak vermek zorunda kalacak" diye konuşmuştu...* * *
İNGİLİZ hükümeti gerçekten "eninde sonunda" bu eğilimini kesin bir karara dönüştürecekse, ciddi bir hata yapmış olacaktır. Üstelik böyle bir tavır, ikili ilişkileri olumsuz şekilde etkileyecektir.
İngiltere'nin müttefiki olan Türkiye'ye bir kredi garantisi verirken adeta yaptırım uygularmış gibi, ilgisiz birtakım siyasal koşullar öne sürmesi, kabul edilir bir davranış değildir.
Umarız Blair hükümeti "eninde sonunda" böyle "gayri dostane" bir tavır sergilemekten vazgeçer.
Ancak bu vesile ile, Ankara'nın da gayet yerinde olan Doğu Anadolu'yu kalkındırma programını ve bu arada baraj ve sulama projelerini uygularken, bazı hassas konulara daha büyük duyarlılık göstermesi gerektiği de ortaya çıkıyor.
Zeugma olayından sonra Hasankeyf'in kaderi de, Türkiye'de ciddi şekilde gündeme getirilmelidir. Bölgede bu projeden olumsuz şekilde etkilenecek insanların geleceği de güvence altına alınmalıdır.
Hükümetin bunları yerine getirmesi için aslında başkalarının alenen müdahale etmesine hiç gerek yok. Ama ne yazık ki, "içerde" bu konuların tartışılması dahi, çoğu kez "dışardan" gelen sesler (çatlak da olsalar)
üzerine gerçekleşiyor...
Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr