Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bosna-Hersek ziyaretinin ilk gününde Saraybosna’daki parlamentoda yaptığı konuşmada “Türkiye, ortak sınırı olsun veya olmasın, Balkanlar’daki bütün ülkeleri komşusu olarak görmektedir” dedi.
Bu tanıma göre Bosna-Hersek’i sınır ötesi bir komşumuz olarak kabul edebiliriz. Hem de, tarihi, kültürel ve hissi bağlarla bağlı yakın bir komşu...
Bosna-Hersek’in Türkiye’nin Balkan politikasında özel bir yeri var. Türkiye 1990’larda bu ülkedeki kanlı olayları büyük bir dikkatle izlemiş, iç savaşın sona ermesi için harcanan çabaları desteklemiştir.
Türk diplomasisi son zamanlarda Bosna-Hersek’te çok hassas dengelere dayalı barışın ve istikrarın devam etmesi ve başta Sırbistan olmak üzere komşularıyla ilişkilerinin normalleşmesi için, bir dizi girişimde bulunmuştur. Bunlardan en sonuncusu, geçen nisanda Cumhurbaşkanı Gül’ün başkanlığında İstanbul’da gerçekleşen üçlü Balkan zirvesidir.
Türkiye’nin Bosna-Hersek’e ve genelde Balkanlara gösterdiği ilginin nedeni, Gül’ün Bosna-Hersek Parlamentosu’ndaki konuşmasının şu satırlarında bulabiliriz: “Avrupa’nın kıyısında değil, merkezinde yer alan, çatışma ve husumet değil, dostluk, uyum ve işbirliği kavramlarıyla özdeşleşen bir Balkanlar görmek istiyoruz. Kültürel çoğulculuğu ve hoşgörü ortamını özümsemiş, barış içinde birlikte yaşamanın en güzel örneklerinin sergilendiği bir Balkanlar görmek istiyoruz. Açık yüreklilikle vurgulamak isterim ki, Balkanlara yönelik bunun ötesinde bir gündemimiz yoktur.”

Ağabey nasihati
Bununla beraber, Türkiye kendisini bir parçası olarak gördüğü Balkanlar ve özellikle kendisine yakın hissettiği Bosna-Hersek ile ilgilenmekten ve bölgede istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmaktan geri kalmıyor.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanı, aynı konuşmasında, adeta bir “ağabey” edasıyla, bazı “nasihatler”de bulundu. Parlamenterlere uyumlu davranmalarını, ülkenin bütünlüğünü, beraberliğini korumaya çalışmalarını tavsiye etti. Bunları söylerken de parlamento üyelerine “Sizler çok seçkin bir ülkenin evlatlarısınız; hangi etnik kimlik veya gruba mensup olursanız olunuz, bu ülkenin tamamen sahibi olduğunuzun bilincinde hareket ediniz” diye konuştu...
Gerçek şu ki, Bosna-Hersek’in bir ulus-devlet olarak varlığını sürdürebilmesi, özellikle sorumlu mevkilerde bulunan siyasetçilerin, bürokratların, kanaat önderlerinin, henüz izleri silinmeyen bölünmeleri geride bırakıp, birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerine bağlı.

Birlik dersi
Ne yazık ki, ülkede henüz bu ortam tam oluşmuş değil. 1955’te kanlı olayların ardından imzalanan Dayton anlaşması, savaşa son verdi; fakat sürdürülebilir barış ve istikrar hâlâ pamuk ipliğine bağlı.
Bunun nedeni, Bosna-Hersek’in kendine özgü (sui generis) bir siyasal yapıya sahip olmasıdır. Dayton anlaşmasının imzalandığı günlerde şartlar belki böyle gerektiriyordu, ama ortaya çıkan model, bir ulus-devlet oluşturacak cinsten değildi.
Halen de Bosna-Hersek’i iki unsur oluşturuyor: Biri, Bosna-Hersek Federasyonu, diğeri ise Bosna Sırp Cumhuriyeti. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar arasında çok hassas dengelere dayanan bu sistem ortak anlayış, beraberlik ve uyum ruhu olmazsa, kolayca çökebilir. Eski Yugoslavya yeterince “Balkanlaştı”; şimdi de Bosna-Hersek’in dağılması bütün bölge için çok tehlikeli olur...
Bosna-Hersek’e verilecek çok öğüt var tabii. Ancak Bosna-Hersek’ten alınacak dersler de az değil...