Şu anda Ankarada veya Brükselde kimse buna kesin bir yanıt verecek durumda değil. Sadece resmi ağızlar, bir çıkar yol bulunacağı ümidini dile getiriyorlar...Umutlar da, Başbakan Erdoğanın bu hafta Brüksele yapacağı ziyarete bağlanmış bulunuyor. Bu da tabii, Başbakanın AB Komisyonu yetkilisi Verheugenle planlanan görüşmesinde - ayrıca Avrupa Parlamentosundaki konuşmasında - ifade edeceği görüşlere bağlı.Açıkçası Başbakanın geçen cuma günkü açıklamasına AB yetkililerinin verdiği karşılık, 6 Ekim İlerleme Raporunu tamamlamak üzere bulunan Komisyonun pozisyonunda herhangi bir değişiklik yapmayacağını yeterince ortaya koyuyor. Yani Komisyon, Türkiyenin lehinde bir tavsiyede bulunması için, Türk Ceza Kanunu reformunun yasallaşmasını - ve de bunun kapsamına zina suçunun alınmamasını - şart koşuyor.Bu durumda Erdoğan nasıl bir tavır alacak? Son açıkladığı pozisyonundan vazgeçip bu koşulu kabul mu edecek? (Zayıf bir olasılık)... Veya kendi tutumunu "sonuna kadar" aynen mi savunacak? (Bu iplerin kopması demek olur)... Yoksa iki taraf uzlaşıcı bir formül bulup krizi atlatabilecek mi? (Umarız öyle olur)...***İŞLERİN çok iyi gittiği bir sırada, TCK reformuyla ilgili çalışmaların "zina sorunu" yüzünden askıya alınması ve özellikle Başbakanın bu vesileyle ABye meydan okuması ne yazık ki Türkiye - AB ilişkilerinde onarımı zor, ciddi bir hasara yol açtı.Hükümetin ve Meclisin reform sürecinde, gerçekten en hassas sayılan sorunların (idam, Kürtçe yayın gibi) üstesinden gelmeyi başarmışken, Türkiyenin, gündeminde bile olmayan ve ancak son günlerde tartışılmaya başlayan zina konusunda tökezlemesi gerçekten şaşırtıcı.Bir o kadar şaşırtan ve kafa karıştıran husus da, Başbakanın bu kararı savunurken ortaya koyduğu argümanlardır. Örneğin Türkiyenin kendine özgü şartlarının ve değerlerinin bulunduğunu, ABnin ülkemizin iç işlerine karışamayacağını öne süren sözleri gibi...AB yetkilileri kadar Avrupadaki siyasi çevreleri ve medyayı şaşırtan, Türkiyeden yana olanları zor duruma düşüren, Türkiye karşıtlarını ise sevindiren bu ifadeler, şimdiki krizin özünü oluşturuyor. Diğer bir deyişle, ABnin gözünde esas mesele, bu vesileyle sergilenen zihniyettir.Bir kere, Avrupalılar şimdi Erdoğanı ve onun gibi düşünenleri, "iç işlere müdahale" veya "kendine özgü şartlar" gibi kavramlar bağlamında, AByi bilmemekle veya tam anlamamakla suçluyorlar. Bundan önceki reformlar yapılırken bu tür argümanlara başvurulmazken, şimdi böyle ikincil bir konuda öylesine büyük bir hassasiyet gösterilmesini de "aldatmaca" (Avrupa dillerinde "takiye" teriminin karşılığı olmadığı için bu sözcüğü kullanıyorlar) olarak nitelendiriyorlar.***İŞTE asıl kötü olan gelişme de budur. Yani Avrupalıların Ankaraya olan güveninin (veya kredibilitesinin) sarsılmış olmasıdır. Avrupa medyasına yansıyan tepkiler, yorumlar, bu "hasar"ın tamir edilmesinin kolay olmayacağını gösteriyor.Ama, her şeye rağmen, Çetin Altanın ünlü deyişiyle "ensemizi karartmayalım". Kalan az zamanı, krizi gidermek için iyi kullanalım.İnisiyatifi ele almak, Türk tarafına düşüyor. Ama ABden beklenen de Türkiyeye, yolu açık tutmasıdır... Bu belki iki taraf için de son fırsat olabilir; kaçırmamalı... skohen@milliyet.com.tr TÜRKİYE - AB ilişkilerinin gündemine oturan "zina krizi" nasıl çözülecek? Daha doğrusu çözülebilecek mi?