Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Bu kez Camp David zirvesi, 1978'deki gibi olmadı. Olamayacağı da belli idi...
Eski Başkan Jimmy Carter'ın önayak olduğu ilk Camp David doruğu, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin'i bir araya getirmişti. Çetin pazarlık, İsrail ile Mısır arasında "toprak karşılığı güvenlik" esası üzerinde odaklanmıştı. İsrail, daha önce işgal ettiği Sina'dan çekilmeye razı olunca, Mısır ile barış sağlanabilmişti. Camp David böylece, yoğun direkt müzakerelerle gerçekleşebilen ilk Arap - İsrail anlaşmasının sembolü olmuştu...
Başkan Bill Clinton, bu sembolü bir kez daha yeni bir Ortadoğu barışı için (bu kez İsrail ile Filistin arasında) kullanmak istemiş, ama ne yazık ki bunda umduğu başarıya ulaşamamıştır. Bunun nedeni Clinton'ın Carter'dan daha az becerikli, ABD diplomasisinin de daha az etkili olması değil tabii. İkinci Camp David zirvesinde ele alınan sorun (hatta sorunlar), birincisine oranla çok daha çetrefil ve zordu: Ehud Barak ile Yaser Arafat, sadece sınır, güvenlik, egemenlik, göçmenler, yerleşimciler gibi "doğrudan ikili problemler"i değil, aynı zamanda (ve özellikle) Kudüs gibi İslam, Hıristiyan ve Yahudi dünyasını yakından ilgilendiren çok karmaşık bir sorunu da tartışmak durumunda idi. Bu konularda - hele Kudüs üzerinde - ne kadar esneklik gösterilse, gene de iki tarafı derin uçurumlar ayırıyordu.
Camp David II, bu ayrılığın giderilmesinin imkansızlığını ortaya koydu.
* * *
BU zirvede Barak Kudüs üzerinde eski bir "tabu"yu yıkarak, meseleyi yeni bir yaklaşımla müzakere etmeye ve sınırlı da olsa bazı ödünler vermeye razı oldu... Arafat da gerek Kudüs, gerekse ele alınan diğer konularda, "maximal" bir tavır almaktan çekindi ve uzlaşma çabası gösterdi.
Ne var ki, tarafların görüşleri hala birbirinden çok uzak. Üstelik iki lider de, kendi halklarının duygularını da dikkate almak zorunda.
Birinci Camp David'den sonra, Begin ve Sedat, vardıkları anlaşma için, genelde destek görmüşlerdi. (Ancak Sedat, militanların gazabına uğramış ve bir suikasta kurban gitmişti). Garip görünebilir ama, bu kez Arafat - ve bir ölçüde Barak - Camp David'de anlaşamadıkları için daha çok destek görüyorlar! İki tarafta da toplumun önemli bir kesimi, hayati veya sembolik bir değer verdikleri konularda ödün verilmesine şiddetle karşı çıkıyorlar.
Bir yerde Camp David fiyaskosu, Arafat'ın popülaritesini artırdı. Barak için aynı şeyi söylemek zor. İsrail Başbakanı, özellikle dincilerin muhalefeti nedeni ile, yeni bir siyasal kriz ile karşılaşabilir.
* * *
HER şeye rağmen Clinton, Camp David II'yi bir "son" olarak görmüyor veya bunu böyle göstermeye çalışıyor. ABD Başkanı, belli ki yakında sona erecek siyasi kariyerini, bir başarısızlıkla noktalamak istemiyor.
Peki, uzlaşma yönünde yeni bir şans var mı?
Açık olan bir şey var: Zaman az. ABD'deki seçimler (kasımda) bir yana, Arafat Filistin devletinin bağımsızlığını (13 Eylül'de) ilan etmeyi taahhüt etmiş durumda. Eğer Arafat sözünü tutarsa, bu İsrail ile Filistinliler arasında ciddi çatışmalara yol açabilir.
Kuşkusuz, taraflar ve bu konu ile ilgili tüm ülkeler bunun farkında. Bu belki, Camp David zirvesinin kesildiği yerden, diyaloğun devamını ve yeni bir esnekliği zorunlu kılabilir. Diğer bir deyişle, Camp David "çöktü", ama "Ortadoğu barış süreci"nin devam etmesi şansı hala vardır.
Önümüzdeki kritik takvim dikkate alınırsa, bu "son son şans" olabilir...


Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr