Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

GÜNLERDİR Irak krizine barışçı bir çözüm bulmak ve savaşı önlemek için harcanan her yeni diplomatik girişim için "bu da son çaba" deniyordu. Ya şimdi BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın devreye girmesine ne demeli? Herhalde, "son, son"!..
Gerçekten BM "patronu"nun Bağdat seferi, şu anda bunalımı kansız halletmek için "en son" umudu oluşturuyor. Eğer bu inisiyatif de, bundan öncekiler gibi başarısız olursa, ABD'nin askeri müdahalesi kaçınılmaz hale gelecektir.
Tabii mesele, Kofi Annan'ın Güvenlik Konseyi'nden aldığı yetki çerçevesinde, Saddam Hüseyin'i ikna etmek konusunda, ne ölçüde başarılı olabileceğidir. Diğer bir deyişle Genel Sekreter, Bağdat'a pazarlık yapmak için değil, Saddam'ın BM şartlarını kabul etmesini sağlamak için gidiyor. Dolayısı ile başarısı kendi yeteneğinden ve becerisinden çok, Irak liderinin tavrına ve kararına bağlıdır.
Saddam - belki de bu kez bulunabilecek bir formül ile - eski inadından vazgeçerse, Genel Sekreter'in, ondan önce Bağdat'a gidenlerin aksine, New York'a daha olumlu bir sonuçla dönmesine yardımcı olabilir. Bunun Irak'ı savaştan ve yıkımdan kurtaracağı, bütün dünyayı da rahatlatacağı kuşkusuz.
Bu gerçekleşmezse, sanıyoruz artık diplomasiye başka yapacak bir şey kalmayacak. Bu "son, son" çabadan sonra, silahlar konuşmaya başlayacak...
"Hangi olasılık daha güçlü" sorusuna, gönül arzu ederdi ki en azından "50 - 50" yanıt verilebilsin. Ne yazık ki Kofi Annan'ın da Bağdat'tan eli boş ayrılması ve "askeri opsiyon"un yaşama geçirilmesi tehlikesi şu anda hala daha büyük görünüyor...
* * *
BU noktaya gelinmesinde, bir yandan Saddam Hüseyin'in, diğer yandan da Clinton yönetiminin, kendi politikalarından kazançlı çıkacaklarını hesap etmelerinin büyük rolü var.
Saddam'ın hesabı, sonuna kadar direnmenin ve ABD'ye meydan okumanın, bir savaşa yol açsa da açmasa da, kendi lehinde sonuçlanacağıdır. ABD vurmaktan vazgeçip geri adım atsa, Saddam bunu halkına ve dünyaya büyük bir zafer olarak gösterebilecek, gücünü ve itibarını pekiştirmiş olacaktır. Eğer ABD vurursa, Irak mazlum olarak görünecek, Arap dünyası, hatta Batılı müttefiklerin büyük bir kısmı ve Rusya, kendisini haklı, Clinton'u haksız sayacaktır.
Tabii Saddam'ın bu hesabı içinde Amerikan askeri müdahalesinin zaten büyük sıkıntı içinde olan Irak halkı (ve ekonomisi) üzerindeki yıkıcı etkilerinin ne kadar yer tuttuğunu bilmiyoruz. Geçmişte Irak diktatörünün, işin bu yönüne pek öncelik vermediği ve kitlelere, zafer çığlıkları attırarak esas ciddi sorunlarını ve acılarını unutturmaya çalıştığı açıkça görüldü.
Eğer Saddam hala böyle hissediyor ve düşünüyorsa, bu yanlış hesap bir kez daha - Bağdat'tan - dönmüş olacaktır!
* * *
CLİNTON'un hesabında da, Irak'ı vurmanın ABD için sağlayabileceği kazançlar yer alıyor.
Nedir bu kazanç? Herhalde resmi açıklamalarda belirtildiği gibi, sadece "prensip yönü"nün yerine getirilmesi, yani Saddam'ın BM kararlarına harfiyen uymaya zorlanması değil... Hatta sadece Irak'ın elindeki tehlikeli silahların yok edilmesi de değil. Esas amaç, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, ABD'nin bölgedeki siyasal, stratejik ve ekonomik çıkarlarının korunmasıdır. Eğer askeri bir müdahale ile Saddam'ın gücü yıkılırsa, Bağdat sıkı bir denetim altında tutulursa, ABD'nin bölgedeki etkinliği rahatlıkla devam edebilecektir.
ABD yönetiminin önde gelenleri, üstü kapalı da olsa, Irak'ı vurmayı göze almalarının esas hedefinin, ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki "liderliği" ve "hayati çıkarları" ile ilintili olduğunu söylüyorlar...
* * *
KOFİ Annan'ın misyonunun başarısını veya başarısızlığını, yani savaş veya barış olasılığını belirleyecek olan esas faktör, işte iki tarafın bu hesaplarıdır.
Eğer hesaplarda, gerçekte ve daha uzun vadede uğranılacak zararlar iyice dikkate alınmazsa ve inatlaşma, zıtlaşma devam ederse, BM'nin "son, son" gayreti de sonuç vermeyecektir...


Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr