Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suriye ve İran sorunları, Türk dış politikasının önünde karmaşık bir denklem olarak duruyor.
Her ne kadar Türk diplomasisi genelde “ilkesel bir duruş” sergilemeye büyük önem veriyorsa da, bu iki meselede aldığı tavır, nedenleri ve şartları farklı olmakla beraber zaman zaman bu prensiplere ters düşüyor.
Ankara kendi politikalarıyla bu sorunlarla ilgili tarafların tavırları arasında bir “ince ayar” sağlamaya çalıştığı halde, sonuçta çelişkili durumlar ortaya çıkıyor.
Son günlerde gerek İran, gerekse Suriye alanında olup bitenler bunu gösteriyor...

İran’a güven, destek
İran’dan başlayalım.
Ankara’nın İran nükleer krizi ile ilgili “ilkesel” tutumu, hep diyalog ve barışçı çözümü ön planda tutmuştur. Türk diplomasisi bu düşünce ile sık sık devreye girmiş, İran’la uluslararası toplumu uzlaştırmaya çalışmıştır.
Türkiye son olarak yeniden bu yönde bir girişimde bulunmayı denemiş, ilgilileri İstanbul’da bir toplantıya davet etmiştir. Bu arada Başbakan Erdoğan da G.Kore’de Başkan Obama ile yaptığı görüşmenin ardından Tahran’a gitmiş, İran lideriyle görüşmüştür.
Başbakan’ın İranlı muhataplarına krizi halledebilecek ne gibi yeni mesajlar verdiğini bilmiyoruz; ama iki tarafın da basına açıklamaları, en azından Türkiye’nin bu konudaki temel tutumunu ortaya koymuş bulunuyor.
Bunun özü de şu: Türk Hükümeti İran’ın nükleer faaliyetinin barışçı amaçlı olduğuna inanıyor. Bu konuda Ayetullah Hamaney’e ve devlet başkanı Ahmedinecad’a tamamen güveniyor. İran liderleri de bu “desteği” önemsediklerini söylüyorlar...
Başbakan’ın İran’daki görüşmelerinin gündeminde öncelikli iki konu vardı: Biri, nükleer kriz, diğeri de Suriye sorunu. Nükleer konuda İran’la anlaşmak zor olmadı, çünkü Ankara zaten İran’ın nükleer silah yapmak peşinde olmadığına inanıyor. Başbakan bunu bu vesile ile açıkça beyan etti.
Tabii bu tutum, ABD başta olmak üzere İran’ın nükleer çalışmalarının silah üretmeye yönelik olduğuna inanan birçok ülkenin politikalarıyla çelişiyor. Demek ki Erdoğan-Obama görüşmelerinde bu spesifik konuda bir ortak görüş oluşmamış...
Buna karşılık, Başbakan’ın İran liderleriyle görüşmelerinde Suriye konusunda bir mutabakat sağlamanın mümkün olmadığı ortaya çıktı. İran, kendi çıkarlarını korumak için, sonuna kadar Beşar Esad’a arka çıkmaya kararlı. Bu da Türkiye’nin izlediği politikaya ters. Bunda bir “ince ayar” yapmak çok zor.

Suriye’ye karşı öfke, kuşku
Suriye konusunda Türk hükümetinin izlediği politika, Esad’ın çekilmesini (veya devrilmesini) sağlamayı amaçlıyor. Başbakan defalarca öfkeli ifadelerle Esad’a hiç güvenmediğini açıkladı.
Türkiye İran ile krizin diyalog ve barışçı çabalarla halledilmesinden yana. Suriye konusunda ise Ankara gelinen noktada artık diyalogu gereksiz gördüğü gibi, Esad’ı alaşağı etmeye çalışan muhalefet güçlerine aktif destek veriyor.
Türkiye’nin sürdürdüğü bu tutum, son iki gelişme ile çelişiyor. Birincisi Kofi Annan’ın BM ve Arap Birliği adına devreye girmesi ve Esad’a 6 maddelik barış planını sunması. Bu plan ateşin kesilmesi, insani yardımın sağlanması, tutukluların salıverilmesi gibi hususlar öngördüğü gibi, temelde Esad rejiminin meşruiyetini de tescil ediyor. Yani “Esad ile çözüm”ü öngörüyor.
Oysa Türkiye’nin tutumu “Esad’sız çözüm” yönündedir. Bu Türk pozisyonun Suriyeli muhaliflerin ve de Batı dünyasının çizgisindedir.
İkinci önemli gelişme Arap Birliğinin tam da yarın İstanbul’da yapılacak “Suriye’nin Dostları” toplantısı öncesinde tutumuna “esneklik” getirip şimdi Annan planını desteklemesidir. Yani Beşar Esad’ın lafta da olsa, kabul ettiği plana arka çıkmasıdır...
Ne içinden çıkılması zor, karmaşık bir denklem, değil mi?