Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye'nin bir yandan Yunanistan, diğer yandan AB ile ilişkilerinin yumuşama sürecine girdiği, Kıbrıs sorununda çözüm arayışının yoğunlaştığı bu yeni dönemde, öncelikle bir yaklaşım ve dil değişikliğine ihtiyaç var.
Eğer daha işin başında - medyada görüldüğü gibi - "taviz" veya "diyet" gibi sözcükler kullanılır ve görüşmelerin Türkiye'nin çıkarlarına karşı sonuç vereceği izlenimi yaratılırsa, yeni oluşan hava bozulabileceği gibi, uzlaşma fırsatları da kaçırılabilir.
Şunu bilmek gerekir ki, anlaşmazlıkların çözümü ancak karşılıklı anlayış ve karşılıklı özveri ile mümkün olur. Müzakerelerin başarısı, dengeli bir "al - ver" (give and take) esasına dayanır. Pazarlık daha başlamadan, ortaya konan fikirlere veya önerilere karşı tarafın bir 'ödün koparma', ya da 'diyet ödetme' manevrası olarak görmek, yanlış ve aldatıcıdır.
Önemli olan, varılmak istenen sonucu iyi belirlemek ve genel "kazanç - kayıp" hesabını sağlıklı biçimde yapmaktır. Buna giden yolda elbet esneklik göstermek ve masaya uzlaşma anlayışı ile oturmak gerekecektir.
* * *
KIBRIS sorununda Türk tarafının hedefi, adada konfederal bir sistemin kurulmasını sağlamaktır. KKTC lideri Denktaş, Washington ve New York'taki son temaslarında uluslararası toplumun önerdiği görüşmelerin yapılabilmesi için önce iki egemen varlığın (yani KKTC'nin) tanınması şartını yinelemiştir.
Denktaş'ın bu konudaki ısrarının gerekçesini anlıyoruz. Türk tarafı egemenliği tanınan bir devlet olarak masaya oturmazsa, konfederasyonu kabul ettirme şansı zayıflar ve anlaşmazlık halinde masadan kalktığı zaman eski haline dönmüş olur. Diğer bir deyişle, Denktaş, bu şekilde KKTC'nin egemen ve eşit statüsünü peşinen tescil ettirmek istiyor. Ama gerçek ortada: Uluslararası camia bu şartı (KKTC'ye egemen bir devlet statüsü verme anlamında) kabul etmiyor.
Bu bakımdan masaya oturmak için böyle bir terminoloji üzerinde ısrar etmenin bir yararı olamaz. Sonuçta - eğer başka bir formül bulunamazsa - BM Genel Sekreteri ve ardından uluslararası camia, kahabati Türk tarafına yükler.
"Bu ne yazar?" denilebilir. Bunun hesabını da iyi yapmak lazım. Türkiye'nin gerek iç gerekse dış sorunlarında, uluslararası desteğe büyük ihtiyacı vardır. Son zamanlarda Türkiye komşuları ve müttefikleri ile olan ilişkilerini düzeltmiştir. Yunanistan'dan AB'ye kadar çeşitli ülke ve kuruluşlarla yeni bir süreç başlamıştır. Kaydedilen bu ilerlemenin - ve ilerisi için beliren olanakların - tehlikeye düşmesi çok yazık olur...
* * *
KALDI ki, başta belirttiğimiz gibi önemli olan, varılmak istenen sonuca doğru adım adım gidebilmektir. Kıbrıs'ta konfederal sistem fikri, ABD'de ve bazı Batılı çevrelerde destek görmeye başlıyor. Müzakere sürecine girilirse Türk tarafı bu çözüm şekli üzerinde ısrarlı davranabilir. O zaman bütün çabalar, sorunun özü üzerine yoğunlaşmış olur.
Şimdiki anlaşmazlık, yöntem üzerinde odaklaşıyor. Önceki gün de belirttik; bu tıkanıklığı giderecek formüller bulmak mümkün. KKTC'ye müzakerelerde (egemenlik resmen tanınmadan da) eşit bir statü verilebilir. Bu yönde zaten bir arayış var.
Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen'in belirttiği gibi, Türk tarafının bu aşamada daha pragmatik ve esnek davranmasında büyük yarar var. Onun deyişi ile "Bu tutum daha önce hayır demek için değil, pazarlık için alınmıştı."
Şimdi bu esnekliği göstermek, taviz vermek veya diyet ödemek demek değildir...



Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr