Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

FÜZE krizi yüzünden son günlerde "savaş nedeni" lafı gene dolaşmaya başladı.
Bu söylem Kıbrıs'ta huzursuzluğu artırdığı gibi, Türk - Yunan ilişkilerini de gerginleştiriyor.
Bu kez "savaş nedeni" uyarısı Atina'dan geliyor. Yunanlılar bu sözü Türkiye'nin S - 300 füzelerinin konuşlandırılması halinde, rampaları bombalayacağına ilişkin açıklamasına karşı bir tepki olarak kullanıyorlar.
Füze krizi, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün bir yan ürünüdür. Şu anda bu bunalım, Kıbrıs meselesinin özünü unutturuyor ve yeni bir uyuşmazlık olarak ortaya çıkıyor.
Ankara'da yerli ve yabancı diplomatlar, son günlerde görülen tırmanışın önüne geçileceği - ve bir Türk yetkilisinin deyişi ile - "10 - 15 gün sonra füze krizinin gündemden düşeceği" konusunda umutlu. Ancak, aynı yetkilinin belirttiği gibi, "bu, füze sorununun ilerde yeniden gündeme gelmeyeceği anlamına gelmez." "Takvim işledikçe", yani Rusya'nın Güney Kıbrıs'a füzeleri teslim etmesi ve Rumların bunları konuşlandırması zamanı yaklaştıkça, kriz yeniden patlayacaktır.
* * *
TABİİ bu durumu önlemenin en etkin yolu, Kıbrıs sorununun özüne inmek ve çözümsüzlüğe son vermektir.
Ama yıllardır süregelen çözüm arayışları bir sonuç vermiyor. Nitekim New York ve Montreux toplantıları da fiyasko ile sonuçlandı.
Olay, "tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar" denklemini andırıyor. Meselenin özü halledilmedikçe, füze krizi gibi Kıbrıs sorununun yan ürünleri, işi daha da kızıştırıyor ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. Öte yandan füze krizi gibi durumlar da, problemin özüne inip çözüm bulunmasına meydan vermiyor.
Bu, Montreux'de başka bir şekilde yaşandı. Denktaş - Klerides buluşmasının amacı, adanın siyasal geleceğini belirleyecek formüller üretmekti. Oysa bir "dış etken" görüşmelerin seyrini - ve bütün müzakere sürecini - yokuşa sürdü. Bu dış etken, AB'nin Güney Kıbrıs'ın tam üyeliğine yeşil ışık yakmasıdır. Türk tarafı bu şartlarla Kıbrıs görüşmelerinin devam edemeyeceğini bildirince, iş çıkmaza girdi.
Şimdi herkes, AB'nin Aralık zirvesinde neye karar vereceğini görmek için sabırsızlanıyor. Eğer zirveden de aynı sinyal gelirse, yani 1998'de Güney Kıbrıs'la tam üyelik görüşmeleri başlarsa, Kıbrıs'la ilgili müzakereler olamayacağı gibi, KKTC, Maraş'ın açılması ve Türkiye ile entegrasyon gibi bir dizi karar alacak ki, bu da yeni krizlere yol açacaktır.
Ankara'daki bir Batılı diplomatın deyişi ile, "tüm taraflar, yani Kıbrıs Rum ve Türk yönetimleri, Ankara ve Atina ve de AB, geri adım atmak istemeyecekler. Çünkü hepsi de belirli pozisyonlara kendilerini bağlamış bulunuyorlar. Bu arada uzlaşıcı bir formül bulunamazsa, 1998'in başlarından itibaren çok olumsuz olaylar meydana gelebilir"...
* * *
ÖNÜMÜZDEKİ yılın ilkbaharına kadar yeni bir Denktaş - Klerides görüşmesinin gerçekleşmesi zaten söz konusu değil. Şu anda ivedilikle yapılması gereken şey, "füze krizi", "AB ilintisi" gibi gerilime yol açan meselenin "yan etkileri"ni gidermeye çalışmaktır.
Washington bir yandan bu yönde çaba harcarken bir yandan da, Kıbrıs sorununun özüne ilişkin sondajlarını ve telkinlerini de sürdürüyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Kıbrıs özel temsilcisi Thomas Miller'in Türkiye'den başlayan ve Yunanistan ile Kıbrıs'tan sonra başlıca Avrupa başkentlerini de kapsayacak olan 3 haftalık gezisinin amacı budur.
Deneyimli Amerikalı diplomat ile İstanbul'da önceki gece yaptığımız sohbetten edindiğimiz izlenim, füze krizi gibi yan sorunların bir an önce bertaraf edilip, meselenin özüne - yani çözüm formüllerine - dönülmesini zorunlu gördüğüdür. O da, füze krizinin hızla gündemden düşürülmesini istiyor. "Savaş nedenleri"nin değil, "barış nedenleri"nin düşünülmesini tavsiye ediyor.
Bu güzel duygulara katılmamak mümkün değil.
Ancak mesele bu kısır döngünün nasıl aşılacağıdır. "Yan etkiler" giderilemedikçe, sorunun özüne inilemiyor. Sorunun özü üzerinde anlaşma sağlanamadıkça da, yan etkiler önlenemiyor...

Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr