NATO çerçevesinde bir anti-balistik füze kalkanı oluşturulmasına ilişkin tartışmalar, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında “tehdit algılaması” konusunda derin görüş ayrılıklarının bulunduğunu ortaya koydu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta sonu Brüksel’deki bir demecinde söylediği şu sözler, Ankara’nın “tehdit” faktörüne nasıl baktığına açıklık getirdi: “Biz çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. NATO’ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaatinde değiliz.”
Bu ifade son zamanlarda ABD ve NATO yetkililerinin İran’ı açıkça zikrederek dile getirdikleri tehdit algılamasıyla tamamen çelişiyor. Batılı müttefiklerin gözünde öyle bir tehdit var ve buna karşı bir savunma sistemi kurmak gerekli.
Batılılar neye dayanarak İran’ı bir tehdit olarak görüyorlar?
Bu konuyu bir konferans için İstanbul’a gelen bir Amerikalı uzmanla görüştük. Mark Fitzpatrick uzun yıllar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda İran’ın nükleer programı üzerinde çalışan eski bir diplomat. Şimdi de Londra’daki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde aynı alanda çalışmalarını sürdürüyor.
Yetenek olunca...
Fitzpatrick, Batı’nın İran’la ilgili tehdit algısını şöyle izah ediyor: “İran’ın 3 bin kilo uranyum zenginleştirme çalışmaları kendisine iki nükleer bomba yapabilecek yeteneği verebilir. İran’ın hızla bu hedefe doğru ilerlemekte olduğuna ilişkin bulgular var. Öte yandan İran’ın son zamanlarda 2 bin km menzilli füzeler denediği de biliniyor. Bu tür füzeler konvansiyonel başlık taşısın diye üretilmez. Bunlar nükleer başlıklara uygun füzelerdir. İran’ın bu alandaki faaliyeti nükleer silah yapmak kapasitesini elde etmeyi hedefliyor. İşte tehdit de bu kapasitededir.”
İran liderleri nükleer programın barışçı amaçlarla yürütüldüğünü, İran’ın nükleer silah yapmayı düşünmediğini sık sık söylüyorlar. Ankara’da bu beyanları samimi bulanlar var.
Fitzpatrick’e göre, İran yönetiminin kısa vadede nükleer silah üretmek niyetleri olmasa dahi, bunu istediği anda başarabilecek kabiliyete sahip olması, daha uzun vadede bir tehdit oluşturabilir. Onun deyişiyle, “Niyetler birdenbire değişebilir. Bu kabiliyet mevcut olunca, nükleer bomba üretimine hızla geçilebilir. Onun için bu tehdidi şimdiden ciddiye almak ve gereken önlemleri planlamak gerek.”
Amerikalı uzman şimdi gündeme gelen füze kalkanı projesinin iki özelliği üzerinde duruyor: Birincisi, bunun bir saldırı değil, bir savunma sistemi olduğudur. Yani amaç, İran’dan gelebilecek füzelere karşı bir “ağ” kurmak ve bu füzelerin Batılı ülkeleri vurmasını önlemektir. Bu sistemin ikinci özelliği de, “caydırıcı” bir fonksiyon görmesidir. Yani amaç, İran’ı bu tür silahları yapmaktan ve hele kullanmaktan vazgeçirmektir.
Zarar gelir mi?
Fitzpatrick bir örnek olarak Batı ittifakının Soğuk Savaş döneminde Sovyetler’e karşı kullandığı “caydırıcılık” faktörünün işe yaradığını ve bu sayede Üçüncü Dünya Savaşı’nın önüne geçildiğini hatırlattı.
Fitzpatrick bu noktada, Batı’da yaygın bir görüşü dile getirerek, İran liderlerinin konuşmalarına güvenerek İran’ın nükleer yeteneğini gizlice geliştirmesinden bir zarar gelmeyeceğini sanmanın “saflık” olduğunu belirtti ve Batı’nın her türlü olasılığa şimdiden kendisini hazırlamasının daha akıllıca olacağını söyledi.
Görüldüğü gibi, “füze kalkanı” konusu, Türkiye ile Batı’nın pozisyonları arasında hissedilir bir ayrışmaya yol açıyor.
Bunun esas nedenlerini ve olası sonuçlarını yarın ele alacağız.