Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami Kohen

FİKİR Türkiye'den gelmişti. Amaç, Karadeniz bölgesi ülkelerinin ekonomik potansiyelini değerlendirecek bir işbirliği sistemi kurmak, böylece bu ulusları birbirine yakınlaştırmaktı.
Fikir babası Turgut Özal, "Karadeniz havzası"nı geniş tutup, "sahildar" ülkelerin dışında, Yunanistan, Arnavutluk ve Azerbaycan'ı da, bu gruba katmıştı.
1992'de İstanbul'daki bir törenle bir araya gelen 11 ülkenin liderleri, böylece Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) diye adlandırılan topluluğun (buna hiçbir zaman örgüt veya birlik gibi iddialı sıfatlar verilmedi) temellerini attılar.
Aradan geçen 5 yıl içinde, KEİ kurumlaştı ve birçok ortak projeler üzerinde çalıştı. Bu arada topluluğun merkezi olan sekreteryası, İstanbul'da faaliyete geçti.
Kuşkusuz KEİ, AB, veya NAFTA, ASEAN gibi bölgesel işbirliği örgütleri kadar kendisinden sık söz ettiren bir topluluk değil. Ama bu onun toplam 400 milyona yakın nüfusu, 2 trilyon dolarlık geliri ile ve ayrıca jeo - stratejik konumu ile, taşıdığı önemi ve oynayabileceği rolü küçültmez.
Nitekim KEİ'nin halen İstanbul'da yapılmakta olan İş Konferansı, uluslararası çapta ilgi topluyor. Bunun bir nedeni, kuşkusuz bu toplantıya 11'lerin dışında dünyanın çeşitli yerlerinden gelen 400 işadamının bu foruma katılmasıdır.
Ancak, gözleri bu toplantıya çevirten esas faktör, bu vesile ile, Türkiye ile birlikte 7 ülkenin cumhurbaşkanının bir araya gelmesidir. Cumhurbaşkanı Demirel'in daveti üzerine 6 komşu ülke liderinin İstanbul'a gelerek kendi aralarındaki anlaşmazlıkları görüşmesi, KEİ'nin böyle temaslar için müsait bir forum oluşturduğunu göstermiştir...
* * *
TÜRKİYE açısından bu toplantı her şeyden önce, içimizi karartan ve zaman zaman umutsuzluğa bile yol açan iç siyasal sürtüşmelere rağmen, ülkemizin hala bölgesel bir güç olarak göründüğünü ortaya koymuştur.
Demirel'in davetine 6 ülke devlet başkanının icabet etmesi, bunun bir göstergesidir. Daha da önemlisi, ateşkese rağmen hala birbirine düşman olan Azerbaycan ve Ermenistan cumhurbaşkanları Demirel'in "patronajı" altında bir araya gelmeye razı olmuştur ki, bu da anlamlı bir gelişmedir.
Kuşkusuz 45 dakikalık bir buluşmada, 5 yıllık karmaşık bir anlaşmazlığı çözümlemek mümkün değil. Nitekim iki taraf da, bilinen görüşlerini hem açılış oturumunda, hem de kendi aralarındaki görüşmede tekrarlamakla yetindiler. Ama bu arada İstanbul'da başlayan temasların devam ettirilmesine de karar verdiler.
Demirel'in uyuşmazlık halindeki liderleri bir araya getirme girişimi, Türkiye'nin Özal dönemindeki "diplomatik atak hızı"nı kaybetmekle beraber, gene de bu işlevi yapma yeteneğine sahip olduğunu hatırlatmış oldu...
* * *
İÇ politika hayhuyu içinde, Türkiye'nin bölgede hala rol oynayabileceği gözden kaçıyor.
Örneğin Bosna'dan sonra, Arnavutluk'ta da şimdi Türk askeri bir varlık gösteriyor. Ortadoğu'da El Halil'de Türk askeri gözlemciler görev yapıyor. Türkiye, Azeri - Ermeni anlaşmazlığına çözüm arayan AGİT'in Minsk grubuna dahil. Türk diplomasisi ayrıca Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Kafkasya'da ikili temaslarından yararlanarak barış sürecine katkıda bulunmaya çalışıyor. Türkiye ECO gibi diğer bölgesel işbirliği kuruluşları içinde de oldukça faal.
İlginç olan husus, bölge ülkelerinin de Türkiye'den bu yöndeki beklentilerinin devam etmesidir.
Şu da bir gerçek ki, halen Türk dış politikasına yön ve hız veren, hükümetten çok, başka kurumlardır. Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve tabii Dışişleri kadroları gibi...