TÜRKİYE yıllar boyunca Suriye'ye karşı pasif ve zaman zaman reaktif (tepkisel) bir politika izledi. Suriye'nin Ankara'nın dış ilişkiler ve güvenlik alanındaki öncelikleri arasında yer almaması Hafız Esat rejimine, Türkiye'ye karşı zaman zaman kışkırtıcı (veya yıkıcı) bir tavır alma cesaretini verdi.
Açıkçası Suriye uzun yıllar Türkiye için "zor bir komşu" oldu. Şam her zaman "Hatay sorununu" kendi gündeminde tuttu; soğuk savaş yıllarında Rusya ile sıkı fıkı ilişkiler içerisinde iken, NATO üyesi olduğu için Türkiye'nin aleyhinde sistematik bir kampanya yürüttü; 1970'lerden itibaren Türkiye'ye karşı terör eylemlerine girişen ne kadar örgüt varsa (Marksist - Leninist devrimci gruplardan ASALA'ya ve PKK'ya kadar) onlara arka çıktı, hatta ev sahipliği de yaptı; nihayet "su meselesi"ni de sürekli kurcalayarak komşularını ve Arap dünyasını Ankara'ya karşı kışkırtıp durdu...
Kısacası Hafız Esat yönetiminin Türkiye'ye karşı düşmanca davranışları bir değil, iki değil; ayrıca hiç de yeni değil. Ama başta belirttiğimiz gibi, Türkiye'de geçmiş hükümetler ya Şam'ın davranışları üzerinde pek durmadılar, konuyu dış politika ve güvenlik stratejisinde öncelikleri arasına almadılar; veya (Özal döneminde olduğu gibi) Hafız Esat'ın yumuşayacağı beklentisi ile birtakım jestlerde bulundular...
Ankara'nın son 10 - 15 yılda Suriye konusunda aktif ve tutarlı bir politika geliştirmemiş olması, işte bugün ilişkileri, varılan kritik noktaya getirmiş bulunuyor. Dün de belirttiğimiz gibi, Türk siyasi ve askeri otoriteleri, bir kriz dönemine (ve hatta silahlı çatışmaya) girilmesi pahasına, artık eski tavrı terkedip daha aktif ve kararlı bir strateji uygulamasına başlanmış bulunuyor...
* * *
BU stratejinin amacı nedir? İlk bakışta, duygusal olma eğilimini taşıyan kamuoyu, hedefi, "Suriye'ye ders vermek, onu cezalandırmak, hatta pataklamak, olarak görebilir. Bu kadar öfke birikiminin "sokaktaki adam"ı böyle düşünmeye sevketmesi doğal...
Ama Türk siyasi ve askeri yetkililerinin oluşturduğu yeni strateji, Suriye'yi vurup yıkmak değil, Şam yönetimini yola getirmek, yani onun PKK'ya (ve Apo'ya) barış desteğine ve Türkiye'ye karşı sistematik aleyhtarlığına son vermesini sağlamak amacına yöneliktir.
Son birkaç haftada, Türkiye'nin "kriz yönetimi" ile bu krize bir çare aramakta olduğunun vurgulanması da, bunu gösteriyor.
Uluslararası ilişkiler literatüründe, "kriz yönetimi"nin yürütülme şekline ilişkin çeşitli yöntemler, canlı örnekeleri ile birlikte, kaydedilmiştir. Diplomatik girişimler, direkt ve uluslararası örgütlerin yardımı ile baskılar, BM ve benzeri teşkilatları devreye sokma, arabuluculara veya "iyi niyet misyonları"na başvurma, gerekirse güç kullanma uyarılarında bulunma, bu uyarıları sınırlı operasyonlarla inandırıcı (ve caydırıcı) hale getirme, başlıca yöntemlerdir. Eğer bunların hiçbiri sonuç vermezse, artık kriz "yönetimi" son bulur ve o zaman da silahlar konuşur!..
* * *
TÜRK yetkilileri, "kriz yönetimi" ile, işte iki ülke arasındaki krizi yukarıda sözünü ettiğimiz bütün yöntemleri de deneyerek halletmek niyetindedir. Ankara'da sık sık "kriz yönetimi"nden söz edilmesi de niyetin - ve hedefin - Suriye'yi ille de vurmak değil, yola getirmek olduğunu ortaya koyuyor.
Şu sırada "kriz yönetimi"nin "barışçı yöntemleri" aşamasındayız. Başkan Mübarek'in Ankara ziyareti, Türk diplomasisinin çeşitli ülkeler ve örgütler nezdindeki girişimleri, Türk siyasi ve askeri liderlerinin dünyayı dikkatleri bu konuya çevirmesine ve Şam yöneticilerini de düşünmeye sevkeden "harbi uyarıları", bu çerçevede atılan adımlardır.
Ama bunları artık kararlı son adımlar olarak görmek gerek. Bundan sonrası için söylenenleri blöf saymak, çok yanlış ve zararlı olur.
Hafız Esat yönetimi geçmişte Türkiye'nin "gevşek" davranmasından aldığı cesaretle, böyle bir hata yapmaz inşallah. Ankara önemli bir strateji değişikliği yapmıştır. Kararlı bir politika belirlemiştir. "Kriz yönetimi" önümüzdeki günlerde sonuç vermezse, diplomasi herhalde işine ara vermek zorunda kalacaktır...
Yarın: Vurursak ne olur?
Yazara E-Posta: S.Kohen@milliyet.com.tr