ABD diplomasisinin aylarca süren çabalarından sonra, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas, dün nihayet Washington’da yüz yüze “direkt görüşmeler”e başladılar.
Ortadoğu’da barışı sağlamayı kariyerinin en önemli hedeflerinden biri sayan Başkan Barack Obama’nın baskıları ile gerçekleşen bu buluşmayı bir nevi “zoraki zirve” olarak nitelemek mümkün.
Gerçekten iki lider de, Obama’nın zorlaması sonucunda müzakere masasına oturmaya razı oldu.
Ne var ki, pek hevesli ve iyimser olmasalar da, “Bibi” (Netanyahu) ile Abu Mazen’in (Abbas) yeni bir müzakere sürecini başlatmaları, önemli bir gelişme.
Obama’nın önceki gün Beyaz Saray’daki konuşmasında belirttiği gibi, bu kaçırılmaması gereken bir fırsat, çünkü ilerde bir daha böyle bir fırsat çıkmayabilir...
Kuşkusuz iki tarafın da bu fırsatı iyi değerlendirmesi, “risk” almakta, yani “ödün” vermekte gösterecekleri irade ve cesarete bağlı. Bir de tabii, kendi halklarının, çözüm (yani barış) için gösterecekleri isteğe...
Başka seçenek var mı?
Liderler Beyaz Saray’daki konuşmalarında barış için uzlaşmadan, iyi niyetten, cesaretten vs. söz ederken, daha baştan müzakere sürecini tehlikeye sokacak şiddet eylemlerinin cereyan etmesi, bir talihsizlik. Bu, yeni sürecin akıbeti hakkında duyulan karamsarlığı artırıyor.
Aslında iki tarafın pozisyonları arasındaki derin uçurum karamsarlık için yeterli bir neden. Müzakere sürecinde (ki Obama’nın hesabına göre bu bir yıl sürecek) ele alınacak sınır, yeni yerleşim yerleri, mülteciler, güvenlik ve Kudüs gibi çetrefil meseleler üzerinde bir uzlaşma için, gerçekten tarafların çok büyük fedakârlıklarda bulunması gerekecek. Açıkçası şu anda ortam buna pek müsait görünmüyor. Hamas’ın son giriştiği saldırılar ve Batı Şeria’daki İsrailli yerleşimcilerin zorlamaları ise, süreci daha şimdiden aksatıyor.
Bununla beraber, Washington’da başlayan görüşme sürecinin yerini alacak daha iyi bir seçenek de yok. Şiddet, çatışma herhalde bir alternatif değil. Yıllardır denenen bu yöntemler, kan, acı, öfke ve umutsuzluktan başka bir sonuç getirmiyor.
Bu nedenle büyük zorluklarla şimdi gerçekleşmiş olan bu “zoraki zirve”ye bir şans tanımak gerek. Bu sürecin devamını desteklemekten başka çare yoktur...
Türkiye neden yok?
Netanyahu-Abbas buluşmasından önce Başkan Obama, Beyaz Saray’daki toplantıya Mısır Devlet Başkanı Mübarek ile Ürdün Kralı Abdullah’ı da davet etti. Akşamki çalışma yemeğinde “Ortadoğu Dörtlüsü” adına Tony Blair de hazır bulundu.
Obama böylece Netanyahu-Abbas buluşmasına ve yeni barış sürecine, daha geniş bir “bölgesel boyut” vermek istedi.
Gerçekten ABD diplomasisi, bu buluşmayı sağlamak için Mısır, Ürdün ve “Ortadoğu Dörtlü”sünden aktif destek gördü.
Bu tabloda, “Türkiye neden yok?” diye soranlar olabilir. Nitekim kimileri bu eleştiriyi dile getiriyor.
Evet, Türkiye Ortadoğu’da faal bir politika izliyor, zaman zaman arabuluculuk gibi misyonlar da üstleniyor. Ancak Netanyahu-Abbas görüşmesine yol açan çalışmalarda Ankara devreye girmedi. Obama bu çabalarını Abbas’a destek veren diğer Arap ülkelerinin yardımıyla yürütmeyi tercih etti. Kaldı ki, açıkçası Ankara Hamas’a gösterdiği sempatisiyle bu olayda faal bir rol oynamak şansını da kaybetti...
Nihayet şunu da hatırda tutmak lazım: Türkiye’nin bölgedeki her olayın içinde görünmesi şart değil. Her girişimin içinde yer almak gibi bir zorunluluk hissetmeye de gerek yok...