Selim Türsen

Selim Türsen

Tüm Yazıları

Urla Bağcılık’ın Yönetim Kurulu Başkanı Can Ortabaş ile sohbet ederken ağzından bal akıyordu.
Bir gün önce Japonya’ya ilk parti şaraplarını ihraç etmiş olmalarının mutluluğu vardı gözlerinde. İlk kez bir Türk şarabı Japon restoranlarına girmiş.
Daha önce Japonya’ya şarap ihraç eden birkaç firma olmuş ama, sadece oradaki Türk restoranları’nda satılıyormuş.
Urla Bağcılık’ın ödüllü şarapları ise doğrudan Japon restoranlarına girmiş.
Başlangıç için 5- 6 bin şişelik bir parti gönderilmiş. Belki çok fazla değil ama, önemli olan kapının açılması.
Can Ortabaş Japon pazarını dünyanın en zor pazarı olarak tanımlıyor.
Ama bu yılın başında dünyanın en ünlü şarap uzmanları grubu Masters of Wine uzmanlarından 9’unun oylarıyla şarapları ödül alınca Japonların gözü Urla’ya dönmüş.
İlgilenenler bilir.
Urla Şarapçılık’ın ürünleri Urla Karası- Nero d’Avola 2009 yabancı kırmızı üzümler kategorisinde 88 puanla eş birincilik, Boğazkere 2009 ise kırmızı Türk üzümleri dalında birincilik kazanmıştı.
Ustaların verdikleri puanları duyan Japonlar önce tatmak için örnekler istemiş.
Tadımlar yapıldıktan sonra Türkiye’ye gelip tesisler de incele meler yapmışlar ve ilk siparişleri vermişler.
Urla’nın şarabının Japonya’nın en ünlü restoranlarının mönülerinde yer alacak olması tabii ki tesadüfi değil. Bunlar Can Ortabaş, Bülent Akgerman ve Can Barçın ’ın on yıl önce başlattıkları bir serüvenin henüz ilk meyveleri.
Ortabaş,“Urla’nın çok köklü bir geçmişi var. Geçmişte sadece Urla kasabasının içinde 14- 15 tane butik üretici varmış. Bizim bütün hayalimiz bu ateşi yeniden yakıp Urla’da en az sekiz on tane butik üretici olması. Burayı şarabın yanında agro turizmle, yani şarap ve onun yanında yöresel yemeklerin sunulduğu gurme restoranlar ve butik otellerle turizmin sekiz dokuz aya yayıldığı bir bölge haline getirmeye çalışıyoruz” diyor.
Aslında Urla’da şarap turizmi başlamış bile.
Urla Bağcılık’ın, Kuşçular’daki bağ, fabrika, tadım odaları ve butik otelden oluşan tesislerine turlar düzenleniyormuş.
Ama bağlarda ve tesislerdeki dizi çekimi yapıldığını Ortabaş’ın da dizide rol aldığını öğrenince çok şaşırdım.
Meğer, Bitmeyen Şarkı adlı ATV’de yayınlanan dizi Urla Şarapçılık’ın tesislerinde de çekiliyormuş. Gürsel Korel ve Bülent İnal’ın başrolde oynadığı dizinin geçen hafta cumartesi yayınlanan bölümünde Can Ortabaş Urla’nın ileri gelenlerinden biri rolüyle ekranlara çıkmış bile.
Ama ekranlardaki bu hayatı kısa sürecekmiş.
Can Ortabaş oyunculuk hikayesini ise şöyle anlattı:
“Şaka gibiydi.
Ekiple tanıştık dostluklar oluştu.Çok güzel bir rol var dediler. Ben de şaka yapıyorsunuz ben tiyatrocu değilim dedim.
Ama şaka yaparken üç bölümde oynadım.
İlk bölüm geçen Cumartesi oynadı.İki tur daha oynayacak.Gelecek hafta benim için son bölüm olacak. Çok zor bir iş. Bazen iki dakikalık bir bölümün çekimi iki, üç saatte yapılabiliyor.
Diğer oyuncular çok profesyonel.Hepsi devlet sanatçısı.Verilen sözleri hemen ezberleyip su gibi söylüyorlar.
Ben okuduğumu iki dakika sonra unutuyorum. Hem onların zamanını almamak, hem de kendi zamanımı iyi kullanabilmek için bir şekilde diziden çıkarılmamı istedim.
Artık bir yerlere mi gönderirler, yoksa trafik kazası mı geçirtirler bilmem.

Haberin Devamı

Çimentaş’ın bedavaya gelen kamyonları
Çimentaş’ın 60’ncı yıldönümü kutlamalarında şirketin kurucuları Akgerman ve Gürel aileleri ile yeni sahipleri İtalyanlar bir arada idi.
Eski sahipler Öner Akgerman ve Bülent Akgerman ile Gürel ailesinden İstemi Gürel, İlhan Gürel ve Noyan Gürel’in katıldığı gecede eski hatırlar canlandırıldı.
Marshall yardımlarıyla kulan fabrikanın makinelerini belli ülkelerden alma mecburiyeti olduğunu anlatan Öner Akgerman, makineleri limandan taşımak için istenen parayı öğrenince babasının 24 bin liraya iki kamyon satın aldığını anlattı.
Böylece hem nakliyeyi çok ucuza getirmişler hem de bedavadan iki kamyon sahibi olmuşlar.
İşte Türk ekonomisi ve bir şirketin canlı tarihinden unutulmaz bir sayfa.
İtalyan Yönetim Kurulu Başkanı Walter Montevecchi’nin ise, bundan sonra Türkiye’nin atıklarına yatırım yapmaya devam etmekte kararlı olduklarını bir kez daha dile getirmesi dikkat çekici idi. Montevecchi küresel ısınmaya dikkat çekip Türkiye’nin de Kyoto anlaşmasını imzaladığını hatırlattıktan sonra bütün partilere, yerel ve merkezi yöneticilere sivil toplum kuruluşlarına İzmir’in ve Türkiye’nin çöplerinin endüstriyel atıklarının doğaya ve iklime zarar vermeyecek şekilde dönüşümünü yaptıracak çabalara destek vermelerini istedi.
İtalyan yöneticinin kendi ülkesinde yaşadığı deneyimlere bakarak Türkiye’de atık yönetiminin devasa bir sektör haline geleceğini bilmesine hiç şaşmamak gerek.
Türkiye’de yatırım yapacak yeni alanlar arayan girişimcilerin dikkatine.

Haberin Devamı

blog

MUZAFFER KAROĞLU: “İhraç malı sağlık sektörü” yazınızda artık Türkiye’nin de sağlık alanında yurtdışına açıldığını yazıyorsunuz. Ama biz hala Türkiye’de sözkonusu sağlık kurumlarından yeterli hizmeti alamıyoruz. Fahiş fiyatları biraz aşağıya çekip bizlere de kapılarını açsalar daha doğru olmaz mı?
SİNEM ÇAPLI: Sağlık kenti olmak için İzmir’in daha bir fırın ekmek yemesi gerek Selin bey... Hele hele İzmirlilerle bu işi başarmak zaten mümkün değil. Keşke 2020 EXPO’sunu alabilsek de yabancılar yıllardır sadece dilimize dolayıp durduğumuz şu termal kaynaklarımızı dünyaya açabilse..

Haberin Devamı

GÖRÜŞLERİNİZİ GÖNDERİN, ‘BLOG’DA SİZ DE DÜŞÜNCE VE YORUMLARINIZLA YER ALIN