Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Irak'ta Türkiye'nin, söylenenin aksine, "oyun dışı" kalmadığını belirten Gül, işin "arka planı"nı aslında iyi çizdi. Geriye doğru baktığımızda, Ankara'nın, genel seçimlere katılmaları için Sünnileri ikna etmesinde olduğu gibi, gerçekten de çok önemli roller üstlendiğini görüyoruz. Gül, o kadar belirgin olmasa da Türkiye'nin aynı rolü bugün de oynamaya devam ettiğini söylüyor. Bunun Türkiye'nin, Irak için şimdi kurulmakta olan "büyük masa"da ön planda bir yer almasını sağlayıp sağlamayacağını yakında göreceğiz. Sedat Ergin ve Fikret Bila ile birlikte Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile yaptığımız söyleşinin mevcut ortamda "iç siyaset" ağırlıklı olması kaçınılmazdı. Ancak, kendisine yine de Irak, AB ve Ermeni tasarısıyla ilgili sorular sorma fırsatını bulduk. Gül ABD'deki Ermeni tasarısı konusunda da "ihtiyatlı" ama "umutlu" olduğunu ortaya koydu. Kısa bir süre önce Washington'a yaptığı ziyaret sırasında muhataplarıyla yaptığı görüşmelerden memnun gözüken Gül söz konusu tasarının geçmesinin "kesin olmadığını" belirtiyor. Burada önemli olan tabii ki Gül'ün Kongre'deki Demokratları ikna edip edemediğidir. Bu sorunun yanıtı için de çok beklememiz gerekmeyecek. Ama Ermeni tasarısının geçmesinin birkaç hafta öncesine kadar kesin olmadığı da bir gerçek.AB ile ilişkileri sorduğumuzda Gül'ün verdiği "rögar" örneği ise güncel olduğu kadar somut bir gerçeği de ortaya koyuyor. Gül'ün de belirttiği gibi, Türk-AB ilişkileri siyasi boyuta o kadar boğulmuş durumda ki işin pragmatik ve Türkiye açısından kat kat daha önemli olan boyutu neredeyse göz ardı ediliyor. Ermeni tasarısında umutlu İşin garip yanı ise sözünü ettiğimiz boyutun biliniyor olmasına karşın, bizdeki AB tartışmalarında gerektiği ölçüde üzerinde durulmamasıdır. Üzerinde durulan ise genellikle "Avrupa bizi istemez" türünden "farazi" yönü ağır basan siyasi tartışmalardır. Oysa önemli olan "AB'nin Türkiye'yi isteyip istemediği" meselesi değildir. AB perspektifi sayesinde Türk insanına yansıyacak olan somut yarardır. Yoksa, mevcut konjonktürde Avrupa'da bazıları Türkiye'yi AB'de görmek istemeyebilirler. Ama bundan 10 sene sonraki konjonktürde ne olacağını kimse saptayamaz. Unutmamak gerekir ki hem Avrupa Konseyi hem de NATO üyeliğimiz kolay olmamıştır. Avrupa'da birçok kişi bu kurumlara üye olmamızı istemezken, meseleyi sonunda kişisel görüşler değil, günün fiili konjonktürü çözmüştür. Türkiye de o sırada ortaya çıkan iki kutuplu dünyada bu kurumlarda yer alması gerektiği için yer almıştır. Türkiye'ye yansıyacak yarar Hep söyledik ve söylemeye de devam edeceğiz. Dışişleri Bakanı Gül'ün söylediklerinden de bu çıkıyor. AB Türkler için "Almanlaşma" veya "Fransızlaşma" anlamına gelmiyor. Bu zaten mümkün değil. Kaldı ki AB içinde bugün ne Fransız Almanlaşmış ne de tersi olmuştur.AB tek kelimeyle "standart" anlamına gelmektedir. Siyasette, insan haklarında, hukukta, azınlık ve bireysel haklarda, sağlık sektöründe, yol yapımında, çevre korumasında ve akla gelebilecek her türlü somut alanda insan odaklı standartların geliştirilmesidir.Bu çerçevede AB üyeliği, tabii ki minicik bir çocuğun şehrin göbeğindeki lağım rögarına düşüp o küçücük cesedinin yer altında bir buçuk kilometre sürüklenmemesi, sürükleniyorsa da bir daha olmaması için en üstteki sorumlusunun bunun cezasını mutlaka çekmesi anlamına geliyor. sidiz@milliyet.com.tr AB 'standart' anlamına gelir