Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yerel seçimler Başbakan Erdoğan’a popülizmin her zaman arzulanan sonuçları getirmediğini gösterdi. Bu arada başka gelişmeler de takınılan bazı tavırların bu küresel dünyada nasıl ters tepeceğini gösteriyor kendisine. Burada Erdoğan’ın, başta Doğan Grubu olmak üzere, medyaya karşı takındığı saldırgan tutumu irdelemek istiyoruz.
Her şeyden önce, AB Komisyonu’nda bu konuda “jetonun nihayet düştüğünü” görüyoruz.
Gerek AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, gerek Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in son açıklamaları bunu gösteriyor. 

Soru önergeleri etkili oldu
Bu tutum değişikliğinde, Avrupa Parlamentosu ile Avrupa’daki ulusal parlamentolara getirilen ve Doğan Grubu’na karşı yürütülen kampanyadan özellikle söz edilen soru önergelerinin etkili olduğu açık.
Komisyon, bir noktadan sonra, bunun sadece bir holding ile hükümet arasındaki basit bir çıkar çatışmasından kaynaklanan bir sorun olmadığını anladı. Bunda yabancı iş âleminden gelen endişeli mesajların da etkili olduğu kesin.
Hatırlanacaktır, dünyanın en önemli yayınlarından biri sayılan Alman Der Spiegel dergisi, birkaç gün önce, Erdoğan’ın Doğan Grubu’na karşı yürüttüğü kampanyayı irdeledi. Gruba karşı çıkarılan 380 milyon euro tutarındaki vergi cezasına da işaret ederek, bu kampanyanın yabancı yatırımcıları korkuttuğunu yazdı. 

Erdoğan’ın eleştirilen tutumu
Der Speigel’in bu yazısıyla, bir grup milletvekilin Alman parlamentosuna, yine Doğan Grubu’ndan söz ederek, Türkiye’de basın özgürlüğü konusunda bir soru önergesi vermesinin aynı zamana rastlaması da ayrıca dikkat çekiyor.
Başbakan Erdoğan’ın basın özgürlüğü konusunda, kendisine yakın duran medyada dahi artık eleştirilen, saldırgan tutumunu, alakasız görünen bir başka konu çerçevesinde de ele almak istiyoruz. Burada Danimarka Başbakanı Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne getirilip getirtilmemesi konusundan söz ediyoruz.
Alman yayın kurumu Deutsche Welle, geçtiğimiz günlerde yayımladığı bir yorumda, Erdoğan’ın karikatür krizi sırasında takındığı tutumdan dolayı Rasmussen’in adaylığına karşı çıktığını belirterek, “Türk hükümetinin basın özgürlüğüne ne kadar değer verdiğini sormak gerekir” diye yazdı ve şunları ekledi:
“NATO, sadece bir savunma ittifakı değil, aynı zamanda bir değerler ortaklığıdır. Türk Başbakanı (Rasmussen konusunda) savunduğu tezle kendisini bu değerler ortaklığının dışında tutmaktadır. Fikir hürriyeti, Avrupa Birliği üyeliğinin vazgeçilmez şartıdır.”

AB’ye koz verme
Bundan birkaç gün sonra, bu kez Fransız Liberation gazetesinde yer alan benzeri bir yorumda, Erdoğan’ın Rasmussen konusundaki tutumuna işaret edilerek, “Türkiye’nin, ‘laikliğin ve ifade özgürlüğünün kendisi için boş kelimelerin olduğunu göstermesi halinde AB üyeliğine karşı çıkanlara koz vereceği” belirtildi.
Aslında biz de karikatür krizi sırasında takındığı tutumdan dolayı Rasmussen’in bu görev için uygun olmadığını düşünenlerdeniz. Ancak bu düşüncemiz, NATO’nun Afganistan gibi hassas bir ortamda görev yapması nedeniyle “pragmatik” gerekçelere dayanıyor. 

Danışmanları düşündürmeli
Basın özgürlüğüne saygı konusunda kendisine yapışmaya başlayan olumsuz algı olmasaydı, Başbakan Erdoğan da Rasmussen’e bu gerekçeyle karşı çıkabilirdi. İkna edici de olurdu, zira bu husus NATO içinde dahi bazılarını düşündürmeye başladı. Fakat basın özgürlüğü konusundaki genel tutumu, Rasmussen konusunda kendisiyle hemfikir olmayanlara koz verdi.
Uzun lafın kısası, Başbakan Erdoğan’ın basın ve ifade özgürlüğüne çok fazla değer vermediği algısı dışarıda giderek yayılıyor. Basın özgürlüğüne saygı konusunda gelişen bu olumsuz imajının danışmanlarını düşündürmesi gerektiği ortada.