Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Danimarka’nın Ankara Büyükelçisi Jesper Vahr, Türkiye’deki basın özgürlüğü konusunda, “Gerçek basın özgürlüğü sizinle hemfikir olmayanların ve sizi eleştirenlerin görüşlerini beyan etme özgürlüğünü savunmaktır. Buradaysa zaman zaman ‘öteki taraf’a dönük kaba ve sert (heavy handed) bir yaklaşım var” dedi

NATO’da yaşanan “Rasmussen krizi” nedeniyle kopan fırtına dinse de, arkasında bir dizi yanıtsız soru

‘Basın özgürlüğü sizi eleştirenlerin  özgürlüğünü savunmaktır’
bıraktı. Bunların başında da Başbakan Erdoğan’ın, Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne itirazını kaldırmak için elde ettiği belirtilen, ancak bugüne kadar gerçekleşmeyen “tavizler” geliyor.
Bu arada, Türkiye ile Danimarka arasındaki ilişkileri gölgeleyen başka konular da var. Örneğin karikatür krizi sırasında Kopenhag’ın takındığı tutum, Roj TV meselesi ve Danimarka’nın, Türkiye’nin AB üyeliğine soğuk bakışı.
Bu konulara biraz açıklık getirmek amacıyla, Danimarka’nın Ankara Büyükelçisi Jesper Vahr ile konuştuk. Yakında NATO’daki görevine başlayacak olan Rasmussen tarafından “Kabine Şefi”, yani en yakın danışmanı olarak seçilen Vahr, Türkiye’de basın özgürlüğü konusundaki sorularımızı da yanıtladı.
Vahr, bu çerçevede, bir “anlayış eksikliğinden” ve “kaba ve sert” tavırlara maruz kalan -Doğan Grubu yayınlarının da içinde yer aldığı- muhalif basına karşı kullanılan “dengesiz” yöntemlerden söz etti.
Yeni görevi için birkaç hafta sonra Ankara’dan ayrılacak olan Vahr’a sorduğumuz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:

Rasmussen oybirliğiyle seçildi
Başbakanınız Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne seçilmesi sadece Başbakan Erdoğan’a değil, tüm İslam âlemine karşı bir meydan okuma olarak algılandı. Kendisinin Batı ile İslam âlemi arasındaki hassas ilişkilere katkısı ne olacak?
Her şeyden önce oybirliğiyle seçildi. Buna Türkiye de dahil. Zaten başından güçlü bir adaydı. Lider ve başbakan olarak iyi bir sicili var. Bu da NATO için iyidir. İslam âleminde sorun teşkil edeceğine dair haberlere ise şaşmıştım. Bunlar aldığımız sinyallerle uyum içinde değildi. İki örnek vereyim.
Bu seçim yüzünden Afganistan’da yaşanacak sorunlardan çok söz edildi. Ancak Rasmussen’in seçilmesinden önce Afganistan’daki Helmand vilayeti valisi ile Afganistan Dışişleri Bakanı Spanta, kendisinin yeteneklerinden ve Danimarka’nın ülkelerinde oynadığı rolden övgüyle söz ettiler.
Karikatür meselesine gelince, birçok siyasetçiyle karşılaştırıldığına bu konudaki hassasiyetleri çok daha iyi biliyor. Bu konu işini zorlaştırmayacak. Çünkü sorunların ve hassasiyetlerin farkında.
Desteklemedi ama engel olmadı
Başbakan Erdoğan’ın Rasmussen’i üç koşulla onayladığı söylendi. Karikatür krizi sırasındaki tutumu için özür dileyecek, Roj TV’nin kapatılmasını sağlayacak ve NATO’da bir Türk yardımcı seçecekti. Türk tarafına bu güvenceler gerçekten verildi mi?
Sayın Rasmussen, fikir özgürlüğü ile insanların duyarlı oldukları dini inançlar hakkındaki görüşlerini ortaya koydu. Özür dilemedi, çünkü Danimarka’nın karikatür meselesi sırasındaki tutumunda özür dilenmesini gerektiren bir durumun olduğuna inanmıyor. Ancak, dini inançlarından dolayı insanların şeytanlaştırılmasına karşı olduğunu söyledi. “Ben olsaydım Peygamber’i hiçbir zaman insanları rencide edecek şekilde tasvir etmezdim” dedi.
Kısacası, Danimarka hükümeti o karikatürleri veya onların yayımlanmasını desteklemedi. Ancak, düşünce özgürlüğüne büyük önem atfedilen Danimarka’da hükümetin elinde o karikatürlerin yayımlanmasını engelleyecek herhangi bir yasal enstrüman yoktu. Bu ince noktayı nedense anlatamadık. 

Roj TV siyasi bir karar değil
Roj TV meselesine gelelim. Bu konuda Türkiye’ye güvence verildi mi?
Danimarka Başbakanı, Roj TV’nin kapatılacağına dair güvence veremezdi çünkü bu bir siyasi karar değil, savcılarla mahkemelerin vereceği bir karardır. Ancak, hep söyledik. Konuyu ciddiye alıyoruz ve gereken deliller sağlandığında elimizden geleni yapmaya hazırız. Fakat Türk tarafını, ayak sürmediğimize, aksine, meseleyi yakından takip etiğimize ikna etmek her zaman mümkün olmadı.
Yani, deliller verilmediği için mi ilerleme sağlanamadı?
Bu konuda Türkiye’nin yardımlarına muhtacız. Son birkaç aydır çok daha fazla malzeme sağlanıyor bize. Ancak, Danimarkalı savcıların Nisan 2008’de buraya yaptıkları ziyaretten sonra 11 ay boyunca Türk tarafını bekledik ve bir şey olmadı. Fakat işbirliğinin şimdi farklı bir düzeyde yürüyor olmasından memnunuz. Bize sağlanan malzeme üzerine savcılarımız tekrar buraya geldiler.
Ancak bu ziyaret, basında yansıtıldığı gibi, NATO Genel Sekreterliği meselesi yüzünden gerçekleşmedi. İki konu arasında hiçbir bağlantı yok. Bu arada başka yolları da izliyoruz. Bize bilgi sağlayacak başka ülkeler de olabilir. Ancak bunlar prosedür açısından zaman alan süreçlerdir. 

Bu mesele çok uzun sürdü
‘Basın özgürlüğü sizi eleştirenlerin  özgürlüğünü savunmaktır’

Sözlerinizden, bu konuda şimdi ciddi bir hareketliliğin yaşandığını çıkarıyorum.
Belli bir noktaya doğru ilerlediğimizi düşünüyorum. Bu mesele çok uzun sürdü. Şu veya bu şekilde kapatılmalı artık. Tabii savcıların hangi sonuçlara varacaklarını bilemem. Ancak edindiğim izlenim, makul bir zaman içinde bir sonuca varılacağı şeklindedir. 

Danimarkalıya verilmese haberdi
NATO Genel Sekreter yardımcılarından birinin Türk olması meselesi de vardı. Sizin Rasmussen tarafından yardımcısı olarak seçilmeniz spekülasyon konusu oldu. Bu konudaki gerçekler nedir?
O görev bana Türkiye’de büyükelçi olduğumdan ve Türkiye’yi kandırmış olmak için verilmedi. Bu konuda çıkan haberler komik, ama aynı zamanda üzücü çünkü bilgisizlik yansıtıyorlar. Bana verilen kabine şefi görevi her zaman genel sekreterin ülkesinden birisine verilir. Bu bir Danimarkalıya verilmeseydi asıl haber o olurdu. Benim 11 yıllık NATO deneyimim var. Yani burada büyükelçi olduğum için seçilmedim bu işe.
Öte yandan, Türk tarafında Türkiye’nin NATO’nun üst kademelerinde yeterince temsil edilmediğine dair bir düşünce var. Sözünü ettiğiniz konu aslında bununla ilgili. Bu konu NATO’da gündeme de getirildi. Kişisel görüşümü sorarsanız ben de öyle düşünüyorum. NATO’da görev yaptığım uzun yıllar boyunca üst kademede görev yapan çok fazla Türk hatırlamıyorum. Onun için meşru bir kaygı. Ancak bu meseleye daha fazla girmek istemiyorum. Bırakalım yeni genel sekreter önce görevine başlasın.
Danimarka Türkiye’nin AB üyeliği konusunda fazla hevesli değil. Komşunuz İsveç ise bu üyeliğin Avrupa için “stratejik bir zorunluluk” olduğunu söylüyor. Danimarka’nın muhalefeti neye dayanıyor?
Temel savınızı kabul etmiyorum. Üyelik müzakerelerinin yürütülmesi konusundaki taahhütlerimizle ilgili sorunumuz yok. Ancak bu süreç koşullara dayalı bir süreç olmalı diyoruz. Yani, Kopenhag siyasi kriterlerini kastediyoruz. Mart ayında parlamentomuzda da görüştük bu konuyu. Koşulların yerine getirilmesi halinde Türkiye’nin üyeliğine itirazımız yok.
Bu arada, Türkiye’nin stratejik önemini de biliyoruz. Ancak bu konuda dikkatli olmamız lazım. “Türkiye’nin stratejik önemi o kadar büyük ki, Türkiye’nin AB’ye değil, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var. Onun için temel koşullar konusunda Türkiye’ye esneklik göstermemiz gerekir” diyen düşünceyi kastediyorum. Bizim için önemli olan koşulların yerine getirilmesidir. Diğer adaylarla ilgili pozisyonumuz da buydu.
Yani, Sarkozy ve Merkel gibi, “Avrupalı olmadığı için Türkiye AB’ye giremez” demiyorsunuz.
Doğrudur. Söylemimizin hiçbir yerinde “Türkiye için özel ortaklık” anlayışını bulamazsınız.

Anlayış değişikliği şart
Basın özgürlüğüne atfettiğiniz önemi vurguladınız. Türkiye’de basın özgürlüğüyle ilgili gelişmeler hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Kısa bir süre önce bir çalışma gördüm. Basın özgürlüğü konusunda Türkiye’nin karnesini çok zayıf gösteriyordu. Basın özgürlüğü sizinle hemfikir olanların özgürlüğü anlamına gelmez. Gerçek basın özgürlüğü sizinle hemfikir olmayanların ve sizi eleştirenlerin görüşlerini beyan etme özgürlüğünü savunmaktır. Buradaysa zaman zaman “öteki taraf”a dönük kaba ve sert (heavy handed) bir yaklaşım var. Bu da belli ölçüde bir anlayış değişikliği gerektiriyor.
AB Komisyonu da artık açık açık söz ettiği için doğrudan ve isim vererek sormak istiyorum. Doğan Grubu’na karşı uygulanan baskıları takip ediyor musunuz?
Doğan meselesi komplike bir mesele. Hiç kimse, hiçbir hükümet, gerçekten de üzerine gidilmesi gereken bir vergi meselesi varsa, bunun üzerine gidilmesinin uygunluğunu sorgulayamaz. Önemli olan, o vergi meselesinin konuşma özgürlüğünü engellemek için kullanılmamasıdır. Dikkatlerin, medyanın bir kesimine çevirilmezken, dengesiz bir şekilde, başka bir kesimine yönelmesidir. Biz de bu dengeleri kollamanın önemli olduğunu düşünüyoruz.