Martin Luther King, 28 Ağustos 1963’te Washington’daki Lincoln Abidesi’nden yüz binlere yaptığı konuşmasında tarihe geçen bu sözleri söylediğinde, o günün perspektifinden gerçekleşmesi hiç de mümkün olmayan bir temenniyi ifade ediyordu.
King de zaten bu nedenle bir “rüya”dan söz etmişti. Fakat bu rüyası öldürülmesinden kısa bir süre sonra kademe kademe gerçekleşmeye başladı. Bugün ise Beyaz Saray’da siyahi bir aile oturuyor. Tabii Amerika’da bunu halâ hazmedemeyen çok sayıda insan var. Ama tarih yazacağını yazdı.
Ermenistan Dışişleri Bakanı Edvard Nalbandyan da Türk siyasilerin bir gün Erivan’daki soykırım anıtına çelenk koyacaklarına dair “rüyasını” dile getirdi. Günümüzün perspektifinden bakıldığında bu olmayacak duaya amin demek gibi görünüyor.
Fakat her zaman dediğimiz gibi, “gelecek bilimi” diye bir şey yok. Kaldı ki günümüz Türkiye’sinde 1915 olaylarına artık çok farklı açılardan bakanlar var. Yaklaşım eskisi kadar tek düze ve katı değil. Bugüne kadar 29.726 aydının imzaladığı “Özür diliyorum” metni bunun bir göstergesi.
Türklere benzeyen millet
Türkiye’deki saygın kitapçılar ise ayrı bir gösterge. Esat Uras ile Kamuran Gürün’ün önemli çalışmalarının yanı sıra, Toynbee ve Bryce’ın hazırladıkları ünlü “Mavi Kitap”tan tutun, Taner Akçam’ın göz ardı edilemeyecek çalışmalarına ve Franz Werfel’in “Musa Dağı’nda 40” gün adlı eserine kadar, konuyla ilgili çok sayıda yapıtı bulmak mümkün artık.
Aras Yayınlarını takip edenler ise, Anadolu kökenli Ermenilerin anılarını ve edebi eserlerini okuma fırsatını yakalayıp insani yönleriyle Türklere ne denli benzeyen bir milletten söz ettiğimizi kolayca görebilirler. Onun için “Nalbandyan’ın rüyası” konusunda bugünden net bir şey söylemek mümkün değil.
Daha doğrusu şu söylenebilir: O gün gelirse çok farklı bir Türkiye’den söz ediyor olacağız.
Bu bazıları için arzu edilen, birçok kişiye göre de olmaması için sonuna kadar mücadele edilmesi gereken bir Türkiye olacaktır.
Fakat o günün gelmesini kolaylaştıracak ve hızlandıracak en önemli şey, Ermeni siyasetçilerinin de Türklerin bir “rüyasını” gerçekleştirmeleri olacaktır. “Nalbandyan’ın rüyasını” değerlendiren emekli büyükelçi dostlarımızdan birinin bu konuda söyledikleri bu nedenle önemli.
Bir rüyanın gerçekleşmesi
Kısacası, Nalbandyan’ın, açıklanan “Yol Haritası” çerçevesinde yapacağı olası bir Ankara ziyaretinde, Ermeniler tarafından öldürülen Türk diplomatları, aile mensupları ve diğer görevliler için taziyelerini sunarak, anıtları önünde saygı duruşunda bulunması da bir “rüya”nın gerçekleşmesi olacaktır.
Fakat bu rüya da şu anda bize göre olmayacak duaya amin demek anlamına geliyor. Avustralya’da yaşayan iyi niyetli Ermeni akademisyen Armen Gavakyan’ın bir süre önce “Biz de Türklerden özür dileyelim” diye kampanya başlatma çabasına, özellikle diyasporadan gelen tepkiler ve aldığı ölüm tehditleri bunu gösteriyor.
Kaldı ki, Türk aydınların diledikleri özür de henüz Ermeni karşıtları tarafından kabul edilmiş görünmüyor. Aksine, Ermeni aydınların bu iyi niyetli girişimi “rasyonalize” ederek “azımsama” çabalarına gün geçtikçe daha fazla rastlıyoruz.
Özellikle Ermeni diyasporasında -ki bizce asıl önemli olan kesim budur- “özrü kabul etme” veya “özür dileme” eğiliminden çok, “intikam güdüsünün” hâlâ ön planda olduğunu medyalarını takip eden herkes görüyordur.
Oysa Türk-Ermeni ilişkilerinde gerçek anlamda “normalleşme” olacaksa, bunun önkoşulu bizce ortadadır. İki tarafta da çok derin yaralar açmış olan olayların üstesinden ancak “empati” ile gelmek mümkündür. Nalbandyan’ın rüyasının gerçekleşmesi için şu anda bundan başka bir yol göremiyoruz.