Güvenlik Konseyi’ne seçilmemizin üzerinden iki ay geçti. Bu süre zarfında ilk önemli uluslararası krizi bekledik. Zira, konunun Konsey’e intikal etmesiyle Türkiye’nin bu önemli geçici üyeliğini nasıl kullanacağına dair ipuçları elde etmiş olacaktık.
Hamas’ın tahrikleri ve İsrail’in buna misilleme olarak Gazze’ye saldırmasıyla o kriz geldi ve çattı. Türkiye de, daha ilk günden, bu krizle ilgili diplomatik çabalar açısından faal bir görüntü verdi. Erdoğan’ın gerçekleştirdiği Ortadoğu gezisi bu izlenimi daha da pekiştirdi.
Gözümüzün, bu nedenle, Türkiye’nin ekim ayında geçici üyeliğine seçildiği Güvenlik Konseyi’nde olması doğaldı. Konsey’in bu konuda acilen toplanması için Ankara’nın harekete geçmesini beklememiz de doğaldı.
Şunu da işaret etmek lazım: Türkiye’de birilerinin “Güvenlik Konseyi acilen toplanmalı” demesiyle Ankara’nın bunu resmi bir girişim şeklinde ortaya koyması farklı şeylerdir. Peki ne oldu?
Türkiye fırsatı Libya’ya kaptırdı
Güvenlik Konseyi, İsrail’in Gazze’ye kara operasyonu başlatmasından sonra cumartesi günü gerçekleştirdiği acil danışma toplantısını Türkiye’nin değil, Libya’nın çağırısı üzerine yaptı. Özetle, Türkiye Konseyi acil toplantıya çağırma fırsatını Libya’ya kaptırdı.
Bunun nedenini anlamak güç, çünkü BM Büyükelçimiz Baki İlkin, New York’taki basın mensuplarına, Türkiye’nin Libya tarafından hazırlanan, ancak ABD’nin veto ettiği metni desteklediğini açıkladı. O zaman bu metni, bölgede etkisi arttığı belirtilen ve stratejik ağırlığı herhalde Libya’dan daha fazla olan Türkiye oluşturamaz mıydı?
Peki, Güvenlik Konseyi üyeliği konusunda bu kadar hevesli görünen Türkiye bu ilk sınavda meydanı niçin boş bıraktı? Her şeyden önce, bunu BM’deki yeni daimi temsilcimizin henüz atanamamış olmasına bağlamak mümkün değil.
Sonuçta, Dışişleri'ndeki dostlarımızın da işaret ettikleri gibi, süresi dolmuş olsa bile, halen New York’taki görevinin başında olan Büyükelçi İlkin, Türkiye’nin en başarılı diplomatlarından biri.
Buradaki bir neden, Ankara’nın başarısız kalacak bir girişime imza atmaktan çekinmesi olabilir. Nitekim, dediğimiz gibi, ABD, Libya’nın hazırladığı ve bölgede acilen ateşkes ilan edilmesini isteyen çağrı metnini hemen veto etti.
Fakat Türkiye, “veto edilecek” kaygısıyla atıl kalacaksa, o zaman BM’de veto edecek olanın dümen suyuna girmiş olmuyor mu? Doğrudur, ABD’nin vetosu nedeniyle Güvenlik Konseyi’nden İsrail konusunda oybirliğiyle çıkan etkin tasarı sayısı azdır.
ABD riski göze alınamadı
Sonuç olarak, Libya da veto yiyeceğini tahmin etmiştir. Fakat bu risk geçmişte üye ülkeleri bu girişimlerden vazgeçirtmemiştir. Kaldı ki bu girişimler ve çektikleri tepkiler kimin nerede durduğunu sergilemek açısından da her zaman önemli olmuştur.
Nitekim, bu son örnekte ABD’nin uluslararası prestiji daha da zedelenirken Libya, her şeye rağmen, diplomatik puan toplamıştır.
Bölgede “aktif olma” iddiasındaki Ankara ise, “ABD yönetimiyle ters düşme riskini göze alamadı” yorumuna elverişli bir tutum takınmıştır. Başbakan Erdoğan’ın İsrail konusundaki tutumu ile hükümetin bu ihtiyatlı tutumunun çelişkili olduğu da ortada.
Diplomaside ”algı” önemlidir. Türkiye, yarım asırdan sonra Güvenlik Konseyi’ne Türk diplomatlarını bile şaşırtan bir şekilde -153 ülkenin oyuyla tekrar seçildiyse, bu kendisinden bir şeylerin beklendiğini gösteriyor.
Yakından ilgilendiğimiz konularda bile BM’yi harekete geçirmeye çalışan ülkelerin başını çekmeyeceksek, o zaman kâğıt üzerinde prestij sağlamanın ötesinde, Güvenlik Konseyi üyeliğimizin neye yarayacağını merak ediyoruz.