Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ortadoğu’daki gelişmeler, Arap Baharı çerçevesinde bölgenin -ve bu arada tabii ki Türkiye’nin- karşı karşıya olduğu açmazı daha net bir şekilde görmemizi sağlıyor. Sorunu kısaca özetlersek, bölgedeki halk ayaklanmalarından arzulanan “demokratik” ve “istikrarlı” sonuçların kısa zamanda ortaya çıkması giderek daha zor görünüyor.
Başbakan Erdoğan da zaten Ankara’nın bu bağlamda duyduğu büyük endişeyi önceki gün açıkça ortaya koydu. Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg ile Ankara’da düzenlediği basın toplantısında konuşan Erdoğan, bu kez Irak’ta mezhep ekseninde artan gerginliğin o ülkeyi, “adeta bir kan gölüne dönüştürdüğünü” söyledi.
Ancak dikkatimizi asıl çeken Erdoğan’ın şu sözleri oldu: “ABD Irak’tan çıktı, hemen arifesinde ne yazık ki bu süreç başladı. Bunu ben Biden’a da Obama’ya da söyledim. Burada demokratik sistem oturuncaya kadar kalmanızda fayda var demiştim. Ama çıktıkları anda işte mevcut yapının ne kadar demokratik olduğu ortaya çıktı. Çünkü bunların demokrasiyi anlaması, bunların demokratik parlamenter sistemi anlaması veya bunu yaşamaya başlaması herhalde uzun yıllar alacak.”

Fakat bunu yapamadılar
Bu sözler bölgedeki durumun Ankara’da artık çok daha gerçekçi bir açıdan değerlendirildiğini gösteriyor. Ayrıca, durumun ilk aşamada sanılandan daha da kötü olduğunu ortaya koyuyor. Zira Irak’ta zaten uzun süredir devam eden mezhepler arası mücadelenin, Amerikan askerlerinin çekilmesinden sonra bu kadar kısa zamanda ve bu şekilde kızışması beklenmiyordu.
Açıkçası başta Başbakan Nuri el Maliki olmak üzere Irak’taki farklı mezheplerden, ırklardan ve aşiretlerden gelen siyasi önderlerin, Amerikan askerlerinin çekilmesinden sonra ülkenin kaosa sürüklenmemesi için çok daha sorumlu davranmaları beklenirdi. Fakat bunu yapamadılar.
Birkaç yıl önce Milliyet için bir yazı dizisi hazırlamak amacıyla Kerkük’e gitmiştik. Orada konuştuğumuz Araplar, Türkmenler ve Kürtlerden edindiğimiz temel bir izlenimin ne denli geçerli olduğunu bu vesileyle daha iyi görüyoruz.
Saddam sonrası Irak’ta, Kürtleri bir yana koyarsak, ilk etapta “mezhep bağları” geliyor, ikinci etapta “aşiret bağları” üçüncü etapta ise “milliyet bağları” geliyor. Örneğin köken olarak Türkmen olabilirsiniz, ama Şii iseniz grup aidiyeti açısından Türkmenliğinizden önce bu geliyor.

Sonunda yıkılmaya mahkûmdu
Irak’ta hangi bağların ön planda olduğu da zaten şu sıralarda açıkça görülüyor. Bu durumda “milliyet aidiyeti” yani “Iraklılık bilinci” haliyle, zincirin en zayıf halkasını oluşturuyor. Açmaz da buradan kaynaklanıyor.
Saddam ve Esad gibi diktatörler ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, sonuçta ülke için tek bir ulusal kimlik ve barbarca da olsa göreli bir istikrar sağlıyorlardı. Toplumun belli kesimlerini imtiyazlı kılan, diğer kesimlerini ise ezen bu düzen elbette ki eninde sonunda yıkılmaya mahkûmdu.
Fakat Erdoğan’ın da işaret ettiği gibi, bu ülkelerin demokratik parlamenter sistemi yaşamaya başlamalarını sağlayacak sosyal ve siyasal altyapı mevcut olmadığı için, bölgede modern ve herkesi kapsayan demokratik bir yapılanmaya geçilmesi -o da geçilebilirse - uzun yıllar alacak.
Bu durumda “Peki arada geçen zamanda ne olacak?” sorusu akla geliyor. Ancak bunun yanıtını fazla aramak gerekmiyor. Bunu yaşanan olaylarda görüyoruz. Bu olaylar ise tek bir şeye işaret ediyor: Artan kanlı olaylara gebe olan kitlesel ayrışmalara bağlı toplumsal kaosa.

Irak’ta durum parlak değil
Suriye’de Esad’ın düşmesi halinde bile o ülkede var olan toplumsal fay hatları nedeniyle durumun ilk etapta daha da kötüleşeceğini tahmin etmek şu aşamada güç olmasa gerek. Irak’a baktığımızda durumun bu ülke açısından da çok parlak olmadığı ortada.
Yumurta kırılmadan omlet yapılmaz derler. Acı “determinist” açıdan baktığımızda “kan akmadan devrim olmuyor” da denebilir. Fransız devriminden başlamak üzere, dünyanın yaşadığı tüm devrimlerde bu görülmüştür.
Ortadoğu’da da öyle olacağı anlaşılıyor. Ancak bunun o coğrafyadaki ekonomik, siyasi ve sosyal geri bırakılmışlık nedeniyle beklenenden çok daha uzun zaman alacağı ortada.