Harareti giderek artan iç gündemimiz nedeniyle dikkatlerden kaçıyor olabilir. Ancak, Başbakan Erdoğan önümüzdeki günlerde, diplomasi ile popülizmin uyuşmadığını gösteren yeni bir durumla karşı karşıya kalacak.
Burada NATO’ya yeni bir genel sekreter seçme sorunundan söz ediyoruz. Bu mesele gelecek hafta yapılacak olan ve ittifakın 60’ıncı yıldönümünün kutlanacağı NATO zirvesinin ana konularından biri olacak.
Sorun ABD, İngiltere ve Almanya gibi kilit üyelerin genel sekreter olarak Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’den yana tercihlerini ortaya koymaya başlamalarından kaynaklanıyor.
Oysa Rasmussen, ilk etapta “karikatür krizi” sırasında takındığı olumsuz tutum nedeniyle İslam âlemi nezdinde, ikinci etapta da Roj TV konusunda takındığı tutum nedeniyle Türk kamuoyu nezdinde “lekeli” bir isim. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olması ise Ankara açısından kendisini sevimsiz kılan bir diğer unsur.
Henüz karar verilmedi
Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönmesi konusunda Türkiye’nin veto hakkının olup olmadığı tartışmalı olmasına karşın, bu konudaki durum net. Ankara isterse Rasmussen’in adaylığını veto edebilir.
Cumhurbaşkanı Gül önceki gün Brüksel’de Ankara’nın bu konuda henüz kararını vermediğini açıkladı. Hükümet kanadındaki hava da bu meyanda. Türkiye’nin kozunu kullanarak elini sonuna kadar göstermeyeceğine dair spekülasyon var.
Ancak bu doğruysa, Türkiye’nin bu kozu NATO çerçevesinde hangi amaçla kullanacağı belli değil. Mesele, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Kopenhag’ı “hizaya getirmek” ise bunun pazarlığının yapıldığına dair bir emare de yok.
Bizce buradaki sorunun özü, İrfan Kurtulmuş arkadaşımızın önceki gün Kopenhag’dan geçtiği haberde gömülü. Fas asıllı Danimarkalı politikacı Hamid el Musti’nin, Erdoğan’a açık mektup yazarak Rasmussen’in adaylığını veto etmesini istemesi meseleyi ortaya koyuyor.
Nereye gideceği belli olmaz
Bu çağrı kolay göz ardı edilebilecek gibi değil. Zira hatırlanacaktır, karikatür krizinde İslam âlemini Danimarka aleyhine asıl çeviren, o ülkedeki Müslüman politikacılar ve örgütlerdi. Özetle, başta önemsiz gibi görünen bir girişimin zamanla nereye gideceği belli olmaz.
İslam âleminin gözünde Türkiye’nin eline şu anda çok önemli bir koz geçmiş bulunuyor. Davos’ta Müslüman kamuoyunu sevindiren Erdoğan’dan, şimdi bu konuda da aynı tavrın beklenmesi doğal. Bu arada Türk kamuoyunun Roj TV hassasiyeti de göz ardı edilemez.
Ancak diğer yanda, “reel dünya” ve diplomatik gerçekler duruyor. Türkiye bugün NATO’nun üyesidir. Bu üyeliğe de çok önem veriyor. Bu nedenle genel sekreter seçimi konusunda vetosunu kullanarak ittifak içinde yalnız kalmayı kolay kolay göze alamaz.
Seçilmesi kesin değil
O zaman ne olacak? Anladığımız kadarıyla, Türkiye perde arkasında Rasmussen aleyhinde kulis yürütüyor. Afganistan’da önemli bir görev üstlenmiş olan -ileride Pakistan’da da benzeri bir görevi yerine getirme durumunda kalabilecek olan- bir örgütün başına, İslam dünyasını rencide etmiş birisinin getirilmesinin rasyonel olmadığını belirtiyor. Bunu kabul eden Batılı gözlemcilerin sayısı da az değil. Bu nedenle Rasmussen’in seçilmesi, aldığı söylenen desteğe rağmen kesin değil. Ancak kesinleşirse Türkiye büyük olasılıkla, diplomasinin gereği olan “mücbir nedenlerden” dolayı vetosunu kullanmayacak. Hükümetin arzulamadığı eleştirilere maruz kalması olasılığı da artacaktır.
AKP iktidarını bu tartışmadan kurtaracak olan tek şey, NATO içinde de rasyonel görüşün ön plana çıkması ve Rasmussen’in gerçekten bu iş için uygun olmadığının anlaşılmasıdır. Bizce hükümet bu konuda şu anda kararsız görünmeyi tercih ediyorsa, bunun temel nedeni bu beklentidir.