Önce işin haber boyutunu verelim. Türk Atlantik Konseyi’nin Antalya’da düzenlediği ve bizim de konuşmacı olarak katıldığımız konferans sırasında dün Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e ayaküstü şunu sorduk:
“Davos’taki kavgadan sonra Türk ve İsrail silahlı kuvvetleri arasındaki işbirliği ve iki ülke arasındaki savunma sanayii projeleri sürebilir mi?”
Türkiye’ye zaman zaman “kelle koltukta” yıllarca hizmet etmiş olan diplomatlarımızı aşağılayan, ayrıca “siyasetten gelmekle” övünerek “diplomatik hassasiyetleri” hiçe sayan Başbakan Erdoğan’ın aksine, “devlet geleneğinden” gelen Gönül’ün tek cümlelik yanıtı “Devlette devamlılık esastır” oldu.
Bundan, Türk-İsrail ilişkilerindeki ana eksenin, Erdoğan’a rağmen, etkilenmeyeceği anlaşılmaktadır. Dış politikasını aşırı pragmatizm üzerine oturtmuş olan İsrail’in esas duymak istediği de zaten budur. Çünkü, ulusal çıkarları açısından, Türkiye ile ilişkilere hâlâ büyük önem atfetmektedir.
Peres de terbiyesizdi
Şimdi kavganın kendisine gelelim. Önce şunu söylemek gerekiyor. Şimon Peres’in kızgın bir sesle ve itici bir edayla Erdoğan’a, “Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ve Filistin lideri Mahmud Abbas’tan daha mı iyi bileceksin?” anlamına gelen sözlerle çıkışmasına hangi başbakan olursa olsun yanıt vermek zorunda kalırdı.
Peres de terbiyesizliğini anlamış olmalı ki, kavgadan hemen sonra Erdoğan’ı arayarak duyduğu üzüntüyü bildirmek ve Türkiye ile ilişkilere önem verdiklerini yinelemek zorunda kaldı. Tabii bunun bizde, “Erdoğan gürledi, İsrailli hizaya geldi” şeklinde yorumlanacağını tahmin etmek güç değil.
Nitekim Antalya’ya gelirken havaalanındaki salonda Erdoğan’ı dinleyenler arasında yükselen, “İşte budur. Adam gibi adam. Hasret kalmışız. Bakın nasıl ağzının payını verdi” yorumları bile bunu kanıtlıyor.
Erdoğan göz çıkardı
Bu kişilerin İsrail’in ulusal çıkarları uğruna her zaman sergilediği “pragmatizmi” bilmeleri elbette ki mümkün değil. Bu durumda kimin “devlet adamı” kimin ise “popülist siyasetçi” olduğu da kanaatimizce görülmüş oldu.
Peres’e yanıt verme hakkı olan Erdoğan bunu yaparken, siyasi çıkarları açısından kaş yapmış olabilir, fakat Türkiye açısından bir göz çıkardığı kesin. Bunun nedenlerini, geçmişte kıdemli görevlerde bulunmalarına rağmen Erdoğan tarafından “monşerler” diye aşağılanan emekli diplomatlarımız medyamızda fazlasıyla açıkladıklarına göre, bizim burada ayrıntıya girmemiz gerekmiyor.
Ancak bu “monşerler”e tümüyle katıldığımızı söylemek isteriz. Uzun lafın kısası, Erdoğan bu çıkışıyla sokaktaki popülaritesini önemli ölçüde artırmış olabilir. Ancak, Peres’e yanıt hakkını kullanırken ortaya koyduğu üslubun Antalya’da konuştuğumuz tüm yerli ve yabancı diplomatlar tarafından “uluslararası ilişkilerde görülmemiş bir durum” olarak değerlendirildiğini de söylemeliyiz.
DTP ile sıkışma ama Hamas’la...
Umarız bu üslup, dış politikasını -Haluk Gerger hocamızın ifadesiyle- “mayınlı tarlada yürütmek zorunda olan” Türkiye’nin başını fazla ağrıtmaz. Bu arada Erdoğan’ın emekli diplomatlarımız için söylediği fakat aktif diplomatlarımızı da ilgilendiren sözlerinden, Kasımpaşa’dan niçin diplomat çıkmadığı anlaşılmıştır.
Ancak son söz olarak bir hususa değinmeden edemeyeceğiz. Türkiye’de seçilmiş bir parti olan DTP ile “Terörizmi destekliyor” diye el bile sıkışmayan Erdoğan’ın, “Seçilmiştir, onun için saygı görmeli” argümanıyla, terörist örgütler listesinde bulunan Hamas’ın avukatlığına soyunması göze batan ciddi bir çelişkidir.