Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kıbrıslı Türkler yarın sandığa gidiyorlar. İbre ise eski Başbakan Derviş Eroğlu’nun liderliğindeki Ulusal Birlik Partisi’nden yana. Bu gelişme Kıbrıs’ta çözüm isteyenler için “kötü haber” gibi görünüyor. Zira Eroğlu, “Çözümsüzlük çözümdür” anlayışının baş mimarlarından sayılıyor.
UBP’nin seçilmesi, Cumhurbaşkanı Talat ile Rum lideri Hristofyas başkanlığında yürütülen müzakere sürecini engelleyebilir mi? Engelleyemese, en azından mecrasından çıkarabilir mi? Şimdi merak edilen budur.
Bizce şu aşamada ikisini de yapamaz. Çünkü Talat, Cumhurbaşkanı olarak, Kıbrıs görüşmelerinin müzakerecisidir. KKTC’de başbakanlar ise müzakereler açısından “ikincil” konumdadırlar. 

Ankara’yı hesaba katacak
Kaldı ki Eroğlu, varsayıldığı gibi başbakan olmasından sonra, müzakere sürecini destekleyen Ankara’nın telkinlerini de hesaba katmak zorunda kalacaktır.
Ancak, Kıbrıslı Türklerin müzakere sürecinden ve AB’nin dışlayıcı tutumundan büyük hayal kırıklığı duydukları da bir gerçek. Seçmenin tekrar UBP’ye meyil etmesinde, iktidardaki CTP’nin önemli yönetim hataları kadar bu gerçeğin payı olduğu kesin.
Cumhurbaşkanı Talat da bu gerçeği göz ardı edebilecek durumda değil. Zira Hristofyas ile varacağı herhangi bir anlaşmanın sonunda halkoyuna sunulacağını biliyor. Annan Planı sürecinde doğru davrandığı için AB tarafından adeta cezalandırılan Kıbrıslı Türklerin yoğurdu bu kez üfleyerek yiyecekleri aşikâr. 

‘Dünya’nın sorunu
Onun için Eroğlu’nun oyunu bozma potansiyeli her şeye rağmen yabana atılamaz. Ancak durum Eroğlu açısından da sanıldığı kadar kolay değil. Bir kere, dediğimiz gibi, Ankara faktörünü hesaba katmak zorunda kalacaktır.
Öte yandan, Kıbrıs sorunu sadece Türklerle Rumlar arasında bir sorun değil. Dünyanın “müdahil” olduğu bir sorun. Bu da Eroğlu’nu bir açmazla karşı karşıya bırakıyor.
Kendisi, siyaseten eşit olan iki kurucu devletin oluşturacağı ve tek egemenlik ile vatandaşlık anlayışına dayalı federal çözümü reddediyor. Tercihini iki ayrı egemenlikten yana koyuyor.
Özetle, Eroğlu’nun asıl savunduğu şey, KKTC için uluslararası düzeyde tanınmış olan bağımsızlık statüsüdür. Bu da olmaza, Türkiye’ye bağlanmaktır. Yani ilhak. Bunlar elbette ki ulusalcı Türk kulaklarına hoş gelen şeyler.
Ancak, KKTC’nin bağımsızlığını, bugün bizden Karabağ konusunda fedakârlık isteyen Azerbaycan bile tanımayacaktır. Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanmasını ise dünya reddedecektir. Batı ile ilişkileri düşünüldüğünde, Ankara’nın bunu kabul edip edemeyeceği de zaten açık bir sorudur. 

Daha dürüst davranmalılar
Eroğlu’nun bu konularda ısrar etmesi ise, Kıbrıslı Türkleri bu kez, Annan Planı sürecinden sonra kazandıkları göreli bazı avantajları dahi yitirme riskiyle baş başa bırakacaktır.
Bu arada, UBP zaferinin Rumların işine geleceğini de unutmamak lazım. Zira, Annan Planı için yapılan referandumlardan bu yana taşıdıkları “uzlaşmazlık” töhmetini tekrar Türk tarafına iade etmeleri için kapı aralanmış olacaktır. Özetle, Eroğlu Rumlara bu avantajı sağlamamak gibi bir sorumlulukla da karşı karşıya.
Fakat, KKTC’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı 2010 yılına kadar gerçekten çözüm istiyorlarsa, AB ve ABD’nin de durumu çok iyi değerlendirmeleri ve Kıbrıslı Türklere bundan böyle çok daha dürüst davranmaları gerekiyor.
Aksi takdirde, 2010’da Eroğlu’nun bu kez cumhurbaşkanı seçilmesi durumunu kabullenmek zorunda kalabilirler. KKTC’de UBP’nin tekrar ön plana çıkmış olması bu hususları daha iyi düşünüp değerlendirmeleri açısından yararlı olabilir.