‘Cumhurbaşkanı Gül, Kürdistan dedi mi, demedi mi?’ tartışması sığ olduğu kadar hedef saptırmaktan başka bir işe yaramaz. Burada her zaman söylediğimiz bir şeyi tekrarlayacağız.
Dünyadaki gelişmeler Türkiye’nin vehimlerine veya arzularına göre şekillenmiyor.
Önemli olan, bu gelişmeleri iyi analiz edip doğru politikaları üreterek, “cerahat” oluşmadan, gerekli adamların zamanında atılmasıdır. Burada kendimizi Yunanistan’ın komik durumuna düşürmenin bir âlemi de yok.
Makedonya’nın ismi neyse, Kuzey Irak’taki yönetimin ismi de odur. Bu durum biz istemiyoruz veya sevmiyoruz diye de değişecek değil. Cumhurbaşkanı Gül’ün kullandığı -veya kullanmadığı- bir laf konusunda kopan fırtınadan sonra bizce fazlasıyla bayatlamış olan bir yaklaşımın tekrar su yüzüne çıktığını görüyoruz.
Kürt gerçeğini reddedenler, bu çerçevede meydana gelen ve hiç hoşlarına gitmeyen gelişmeler karşısında faturayı tekrar ABD ve AB’ye çıkarmaya çalışıyorlar. Fakat bizce akıntıya karşı kürek çekiyorlar.
Bu öyle bir akıntı ki, geçmişte Kürt sorununun odağındaki inkâr politikasının baş aktörleri ve uygulayıcıları arasında yer almış olan en kıdemli askerler bile artık hatalarını itiraf ediyorlar. Fikret Bila’nın “Komutanlar Cephesi” başlıklı kitabı bunun somut delillerini içeriyor.
Kürt sorununu ABD icat etmedi
Burada bir hususa açıklık getirmekte yarar var. ABD’nin elbette ki bir “Kürt politikası” var. Ancak Kürt sorununu icat eden ABD değil. Washington, var olan ve çeşitli bölge yönetimlerinin demokratik ve insancıl çözümler üretememeleri nedeniyle, zamanla farklı boyutlara tırmanan bir sorunu kendi çıkarlarına göre yönetmeye çalışıyor.
Burada AB’yi suçlamak da, AB müktesebatını suçlamak anlamına geliyor. Bu durumda ya bu müktesebatı reddetmek ya da bunun çağdaş Türkiye arayışı açısından ne anlama geldiğini kavrayarak ona göre politikalar üretmek gerekiyor.
Biz, Türkiye’nin geleceğini bu müktesebatta görenlerdeniz. Eski Genelkurmay Başkanı, Org. Hilmi Özkök’ün yine Fikret Bila’ya verdiği ve önceki gün gazetemizde yayımlanan demecinden de anlaşılacağı gibi, “AB düşmanı” olarak gösterilmeye çalışılan askeri kesimde de aynı düşünceyi taşıyanlar var.
Bu arada, bir parantez açıp şunu da vurgulamak isteriz. Bazıları kendilerini darbe sevdalısı bir Latin Amerika ordusunun mensupları olarak lanse etmeye çalışsa da, bizim yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli vesilelerle tanıştığımız “genç subaylar”, Hilmi Paşa’nın da dediği gibi, sanılandan çok daha demokratik düşünüyorlar.
Çözümleri içeride aramalıyız
Öte yandan, Kürt sorunu çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ve TSK’nın saygın ismini dünya kamuoyu nezdinde kirletmiş olanların -TSK’nın da yardımıyla şimdi ortaya çıkarılıyor olmaları ise, özü demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayalı düzenimizdeki çağdaş gelişmeyi gösteriyor.
Konuya dönersek, Kürt sorununun nedenlerini ve çözümlerini dışarıda değil, içeride aramak gerekiyor. Bu konuların inkâr edilmeyip açıkça tartışılmaya başlanması ise Türkiye açısından önemli ve olumlu bir gelişmedir.
Bu tartışma, dünyada etkin olan ve insan haklarına dayalı demokratik ve laik sistemiyle bölgesindeki geri kalmış ülkelere ve halklara çıkış yolunu gösteren bir Türkiye’nin şekillenmesine büyük katkıda bulunacaktır.
Buradaki asıl mesele, ABD ve AB’yi suçlamak değil, Türkiye’nin kendisinin gelişmeler karşısında rasyonel bir Kürt politikası oluşturup oluşturamayacağı sorusudur. AKP iktidarının bu açıdan attığı önemli ve cesur adımlar inkâr edilemez. Fakat tartışma yaratacak olsa da, cesur bazı yeni adımlara da ihtiyaç duyulduğu kesin. Hükümet toplumsal barış uğruna bunlar için de gerekli siyasi cesareti gösterebilmeli.