AB üyeliğimiz, ABD ile Türkiye’yi Avrupa’da görmek istemeyen AB ülkeleri arasında stratejik bir çekişmenin ana konusu haline dönüşüyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın bu çekişmede Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yi hedef seçmiş olması ise dikkati çekiyor.
Dikkati çeken diğer bir husus da, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerin -Türkiye konusunda Fransa gibi düşünmelerine rağmen- bu kavgaya girmekten çekinmeleri. Washington ile Paris arasındaki bu kavganın Normandiya Çıkarması’nın 65’inci yıldönümünde yeniden patlak vermesinin ise ayrı bir önemi var.
Tarihe vakıf olanlar, Fransa ile ABD arasında son 65 yıldır yaşanan ve halen açık emareleri görülen soğukluğun köklerinin İkinci Dünya Savaşı’nda yattığını bilirler.
Nazi rejimiyle uyum sağlamışlar
Tarihçiler, Charles de Gaulle’ün, ülkesinin önemli bir kısmının Nazi işbirlikçisi olduğu savaş sırasında Churchill ve Roosevelt tarafından “ikinci sınıf adam” muamelesi görmesini hiç affedemediğini yazar. Savaş sonrasında ABD ve İngiltere’yi Avrupa dışında tutmayı bir siyasi tutku haline getirmesinin temelinde bunun da yattığı söylenir.
Kraliçe Elizabeth’in o günün canlı tanığı olmasına rağmen -Normandiya Çıkarması’nın anısına düzenlenen törende bulunmaması ise ayrıca sırıtmaktadır.
Buckingham Sarayı’ndan yapılan açıklamaya göre, Sarkozy kendisini davet etmemiş.
Diplomatik dedikoduya göre, Obama ve eşinin Paris’te Sarkozy’lerin yemek davetini reddetmelerinin bir nedeni de buymuş. Aslında, Gaullist geleneği temsil eden Sarkozy için bu yıldönümü, Fransa’nın o günkü gerçeklerini dünyanın önüne yeniden serdiği için, sanıldığı kadar mutlu bir olay değil.
Birçoğunun ailesi Nazi rejimiyle uyum sağlamış olan muhafazakâr Fransızlar, ülkelerinin Amerika ve İngiltere tarafından kurtarıldığını hatırlatmayı sevmezler.
Obama’nın, törenin yapıldığı Caen kentindeki konuşmanın satır aralarındaki imalar da bu yüzden bu Fransızların hoşuna gidecek türden değildir.
Bu anma törenine katılan ABD, tüm Avrupa’ya dolaylı yoldan aslında şunu söylemektedir:
“Bugün zengin ve istikrarlı bir Avrupa varsa, bunun harcında, burada yatan on binlerce Amerikalı askerlerin kanı, ayrıca harap olmuş bu kıtanın yeniden inşası için Amerikan halkının vergileri sayesinde gönderilen milyarlarca dolarlık yardım olduğunu unutmayın.”
Obama’dan sert Türkiye yanıtı
Obama’nın, arka planında birçok Avrupalının unutmayı tercih ettiği bu tarihi gerçeklerin yattığı bir anma sırasında Türkiye’nin AB perspektifine güçlü destek vermesinin önemi, bu nedenle, daha da artmaktadır. Zira bunu yapmakla, “Kendi işine bak, Avrupa’ya karışma” diyenlere, sert bir yanıt vermiş oluyor.
Obama’nın, geçen hafta Kahire Üniversitesi’nde yaptığı ve Türkiye’ye dönük önemli mesajlar da içeren konuşmayla birleşince, bu yanıtın geleceğe dönük stratejik boyutu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nın önemli uluslararası şahsiyetlerinden olan İsmet İnönü’nün ifadesiyle, bugün “yeni bir dünya kuruluyor.” Türkiye de bunun doğuş sancıları sırasında yaşanan tartışmaların odağına yerleşiyor.
Dış ilişkilerde “stratejik derinlik” gibi, içi henüz doldurulamayan kavramlarla ortaya atılan hükümetimizin, Türkiye’nin bu oluşan dünyadaki profilini yükseltip yükseltemeyeceğini zaman gösterecek. Dış politikayı sadece iç siyasetin malzemesi olarak algılayan muhalefetin hali ise ortada.
Özetle, içerde yürütülen sığ ve kısır tartışmalar, Türkiye’de ortaya çıkan yeni dünyayı anlayıp bunun gereklerini yerine getirecek bir siyasi liderliğin varlığı konusunda, ne yazık ki, fazla güven vermiyor.