Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan’ın AKP Erzurum kongresinde Şincan konusunda kullandığı üslup, bunun da AKP için bir dış politika sorunundan çok, bir iç politika meselesi olduğuna dair izlenimi pekiştirdi.
Erdoğan’ın, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin Çin ziyareti sırasında Şincan Üniversitesi’nde Uygur Türkçesiyle yapılan eğitime son verildiğini ortaya çıkarttırarak bunu kullanması da bu izlenimi güçlendirdi.
Ancak, AKP iktidarının bu konudaki tutarsızlıklarına girmeden önce bir hususun altını çizmek istiyoruz. Çin’in tutumu savunulamaz. Çin zulmünü de zaten dünya, 1989’da Tiananmen Meydanı’nda savunmasız göstericilerin üzerinden acımasızca geçen tanklarla görmüştü.
Bu arada, Tibet ve Şincan’da yıllarca uygulanan işgal ve asimilasyon politikaları da biliniyor.  Ancak, Çin gibi ekonomik ve askeri bir dev söz konusu olduğu için, bu arada Şincan’daki son olayların nedenleri hakkında çelişkili haberler geldiği için, Batı bu konuda şimdilik ihtiyatlı davranıyor.

Ankara’nın zigzaglı yaklaşımı

Bunun “Çin’in iç meselesi olduğunu” açıklayan Rusya ise Çin’den yana duruyor. Bu arada,  Çin ve Rusya ile “Şanghay İşbirliği Örgütü” üyesi olan Orta Asya devletleri de konuya çok ihtiyatlı yaklaşıyorlar.
Türkiye’ye gelince, kamuoyundaki infiali anlamak güç değil. Bazılarının farklı ve alakasız olaylara ait olduğu sonradan tespit edilse de,  gazetelerdeki kanlı görüntüler de infiali arttırmıştır. Bu da siyasi popülizm için çok uygun bir ortam sağlamıştır.
Nitekim, bir yandan muhalefetle iktidarımız birbirine giriyor, diğer yandan gösterişli sözlerle BM Güvenlik Konseyi göreve çağrılıyor. Bu arada Çin de ağır ifadelerle suçlanıyor.
Ankara’nın bunun arkasını nasıl getireceği ise meçhul, zira daha şimdiden, “zigzaglı” bir yaklaşım görülüyor. Sanayi ve Ticaret Bakanı Çin’e karşı boykot istiyor, ama bir saat geçmeden acı gerçekler karşısında siniyor.
Erdoğan Çin’e karşı tonunu yükseltirken, Dışişleri Bakanlığı -üstelik Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun onayı ile çünkü başka türlü olamaz- Çin ile ilişkilere verilen önemi vurguluyor. Bu açıklamanın hemen ardından da Erdoğan Çin’i “adeta soykırım yapmakla” suçluyor. 

Erdoğan iç siyasete dönük

Bu arada, “Uygurların Anası” Rabia Kadir’in vize talebinin, üstelik kendi iktidarı zamanında, Türkiye tarafından iki kez reddedildiğini basından öğrendiğini itiraf ediyor. Olayların ilk gününde adı duyulan bu kadın için, “hiç Türkiye’ye gelmiş mi?” gibi basit bir soruyu dahi sormadığı böylece ortaya çıkıyor.
Özetle, Erdoğan’ın bu konudaki yaklaşımı da -daha önce de görüldüğü gibi- “spontane,”  dışişlerinden kopuk ve daha çok iç siyasete dönük olarak gelişiyor.
Genel görüntüye bakalım. Şu anda Rusya Çin’i destekliyor. Tibet meselesinde bile baskısını ancak bir noktaya kadar götüren Batı ise, “durumu en kısa zamanda düzelt” mesajı ile Pekin’e hareket marjı sağlıyor.
Özetle Türkiye’nin bu konuda da yalnız kalma olasılığı yüksek. Bunu da zaten, Güvenlik Konseyi’ni Çin’e karşı harekete geçirip geçiremediğinde göreceğiz. Ancak, Ankara bunun kolay olmayacağını biliyor.
Kolay değil çünkü karşısında Konsey’in “daimi üyeleri” Çin ve Rusya var. Çin’e karşı ihtiyatlı olan “daimi üyeler” ABD, İngiltere ve Fransa’yı harekete geçirebileceği ise kuşkulu. 

Ülkeyi küçük düşürür

İrlandalılar, “Mahkeme cehennemde toplanıyorsa şeytanı dava edemezsiniz” derler. İşte böyle bir durumla karşı karşıyayız. Burada “adi çıkar dünyası” diye kızabiliriz. Ancak unutmamak lazım ki sanayi ve ticaret bakanımıza anında geri adım attıran da bu “adi çıkar dünyası”dır.
Peki bu durumda ne yapmalı? Aslında hem Türkiye’de hem de dünyada azınlık ve insan haklarını savunan sivil toplum örgütlerinin yapabilecekleri çok şey var. Çin zulmü karşısında seslerini mümkün olduğu kadar çıkartıp Pekin’i her aşamada afişe etmeliler.
Ancak hükümetimiz, sadece arkasını getirebileceği girişimlerde bulunmalı. Yoksa, arkası getirilemeyen ve sonunda havada kalan iç siyasete dönük popülist yaklaşımlar, sonunda ülkeyi zayıf göstermekten ve küçük düşürmekten başka bir işe yaramıyor.