Dünyada bunu anlayanların sayısı da çoğalırken, umudumuz bu gerçeğin Türkiye'de de anlaşılmaya başlanması ve "Dış güçler bizi parçalıyor, mahvolacağız" söylemiyle ülkeyi zafiyet içinde gösterme huyundan vazgeçilmesidir. Bu aşamada Türkiye'yi tek bir şey "parçalayabilir." O da, memleketin yeni gerçekleri ile dünya gerçekleri arasındaki dengeyi bulma yeteneğini yakalayamamış olan Türkiye'nin kendisinden başkası değildir. AB'nin kilit isimlerinden Ollie Rehn'in Milliyet'in dünkü manşetinde yer alan sözleri önemli bir gerçeği yansıtıyor. Türkiye'nin -zaten var olan- stratejik önemi gerçekten de artıyor. Bu dengeyi yakalamış olan Türkiye'yi ise hiçbir güç tutamaz. Buradaki şablon İspanya'dır. Bu ülke, bizdekileri hiç aratmayacak türden vehimlerle bezenmiş olan Franco döneminden sonra şahlandı. Niçin? Çünkü, memleketi yöneten güçler, sözünü ettiğimiz "denge"nin "hayati" önemini kavradılar. Kim ne derse desin, bugün "parçalanıyor" gibi görünen İspanya, aslında kolektif refah düzeyi sürekli artan başarılı bir ülkedir. Kendi memleketimizin mevcut "gerçeklerine" gelince, bunlar zaten ortada: - Hızlı ve dengesiz kentleşme.- Tarıma dayalı toplumdan sanayi toplumuna "altyapısız" geçiş.- Büyüyen bölgesel dengesizliklerle gelen sınıfsal, dinsel ve etnik gerginlikler.- Korkunç düzeydeki bilgisizlik; bunu her an istismara hazır bir siyasi yapı ve bu bilgisizliği giderme derdinde olmayan bir düzen. - En genç nüfuslarından birine sahip olmanın bu ortamda yarattığı devasa toplumsal sorunlar, vs. Şablon İspanya'dır Bu kısa liste bile Türkiye'yi asıl "parçalayan" unsurları göstermeye yetiyor. Öte yandan, ister "milliyetçilik" ister "ulusalcılık" deyin, bu listeyle gelen belirsizlikler karşısında, bu siyasi olguya kafatasçı bir zihniyetle "kurtarıcı" olarak sarılmak, tarihte örnekleri çok görülen bir olgudur. Bunun ayrıca gerçek anlamdaki "parçalanma"yı getiren bir olgu olduğu da çok görülmüştür. Buna karşılık, köken, din, ırk, cinsiyet, gibi unsurlara dayanmayan bir "vatanseverlik" arayışının başarısı da örnekleriyle oradadır. Bu açıdan bakıldığında, liyakate dayanan adil bir toplumda Yahudi olan bir vatandaş da Genelkurmay Başkanı olabilir ve bu da herhangi bir sorun yaratmaz. Türkiye'ye dünya çapındaki "büyüklüğünü" ve "önemini" yaşatacak başlıca olgu işte budur. Kafatasçılığa sarılmak! Bu anlayışın yeşermesinin önkoşulları ise, ayrım yapmayan bir demokratik ve ekonomik düzen, karşılıklı hoşgörü, insan haklarına koşulsuz saygı ve "kanunlar"ın değil, "adalet"in üstünlüğüne dayalı bir hukuk sistemi gibi faktörlerdir. Ollie Rehn'in sözünü ettiği "stratejik önemimizi" her yönüyle hayata geçirebilmemiz için işte bu gerçekleri kavrayarak yeni Türkiye'yi oluşturmak zorundayız. Bunu başarmanın devasa zorlukları tabii ki ortada. Ama başaramazsak, kendimize atfettiğimiz "büyüklüğümüz" kendinden menkul bir iltifat olmanın ötesine gidemeyeceği gibi, "parçalanmamızı" de kendi elimizle hızlandırmış olacağız. semihi@cnnturk.com.tr Gerçekleri kavramalıyız