Ortadoğu konusunun iç siyaset yüzünden bir süre gündemimizde arka plana düşeceği görülüyor. Aslında iyi de olur, zira bölgede şekillenen yeni oyun planında Ankara’ya merkezi bir rol çıkmayacağı anlaşılıyor. Türkiye daha çok, “kendisine ihtiyaç duyulan anı bekleyen ülke” konumundadır.
Ana oyuncular, konjonktüre göre sağlayabileceği yararı bildikleri için, Ankara’nın bu potansiyel rolünü göz ardı etmiyorlar. Ankara’da temaslarda bulunan Filistin lideri Mahmud Abbas da, Türkiye’nin girişimlerine her zaman ihtiyaç duyulacağını belirtirken bizce bunu kastediyordu.
Şu anda şekillenen oyun planının odağında, başta Mısır olmak üzere, Batı ile işbirliği yapan ve -doğru veya yanlış- “ılımlı” diye bilinen rejimler var. Erdoğan-Abbas görüşmesinden sonra Başbakanlık kaynaklarının, Türkiye’nin, Mısır’ın yürütmekte olduğu müzakerelere olumlu katkıda bulunması konusunda mutabık kalındığını açıklamaları da bu açıdan dikkat çekicidir.
Suudi Arabistan’ın da dahil olduğu bu “ılımlılar” grubuna mensup ülkelerin hiçbirinin tercihi Hamas değil. Hepsi Hamas’ın reddettiği Mahmud Abbas’ın otoritesini tanıyor. Hamas’ın da aynısını yapmasını istiyor.
Hamisi görüntüsü ve ikna görevi
Hamas’ın ayrıca terörden vazgeçmesini ve İsrail’in varlığını kabul etmesini de talep ediyorlar. Ortadoğu sorununa öngörülen çözümün temelini, ABD Başkan Yardımcısı Biden, Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmayla zaten ortaya koydu.
Bu da, “yan yana iki bağımsız devlet” formülüdür. Buna göre, İsrail ve Filistin birbirlerinin güvenlikli sınırları içinde yaşama hakkını tanıyacaklar. Bu koşulları kabul eden Hamas’ın oyun planına dahil edilmesi düşüncesi ise giderek güçleniyor.
Ana masada olmasa da, Türkiye’ye bu açıdan şimdiden bir sorumluluk düştüğü açık. Başbakan Erdoğan sayesinde kazandığı “Hamas’ın hamisi” görüntüsü, Ankara’ya “Hamas’ı ikna etme” görevini yüklemiş bulunuyor.
Nitekim Mahmud Abbas da, Cumhurbaşkanı Gül ile yaptığı ortak basın toplantısında, Hamas’ın kendi otoritesini tanımak zorunda olduğunu vurgularken dolaylı olarak Türkiye’ye bu mesajı vermiş oldu.
Bazıları aksini iddia etse de, Türkiye, Başbakan Erdoğan sayesinde, şu anda yine doğru veya yanlış - Suriye ve İran’ın başını çektiği “radikal grubun” mensubu olarak algılanıyor. Bu da Gazze krizi ve Davos kavgasından çıkan en önemli derse getiriyor bizi.
Başbakan Erdoğan’ın Hamas’a verdiği güçlü destek, Ortadoğu’da kurulan ana masada yer almamızı sağlayamadı, hatta belki de önledi ve Türkiye’yi arzulanmayan bir eksene itti. Diplomasimiz şimdi bu algıyı bozmak için çabalıyor.
İlişkiler Erdoğan’ı aşıyor
Öte yandan, Erdoğan’ın başta, “Davos’ta tepkim moderatöreydi” sözleriyle İsrail konusunda geri adım atmaya başlaması da, Türkiye ile İsrail arasında, güçlü bağların olduğunu kanıtladı. Özetle, bu ilişkilerin Erdoğan’ı bile aştığı anlaşıldı.
Erdoğan’ın sevmediği “monşerler”in şu anda bozulan bu ilişkileri düzeltmeye çalışıyor olmaları da zaten bunun gösteriyor. Böylece, “Öfkeyle kalkan zararla oturur” sözünün özellikle diplomasi açısından ne denli doğru olduğu görülmüş oldu.
* * *
“Erdoğan’ın Darfur çelişkisi” başlıklı yazımıza dikkatli okurlarımızdan düzeltme geldi. Darfur’da ölenlerin, yazdığımız gibi, “Hıristiyanlar ve yerel dinlere mensup insanlar” değil, Müslüman Afrikalılar olduğunu belirten bu okurlarımız, ayrı bir trajediye konu olan sözünü ettiğimiz grupların ise Sudan’ın Güneyinde yaşadıklarını belirttiler. Bu durumun, “soykırım” yapmakla suçlanan Sudan rejimine destek veren AKP hükümetinin Darfur’da olanlara duyarsız kalmasını daha da vahim kıldığını vurguladılar.