Bu sorunun net yanıtı yok. Var da yok. Dört küsur saat ile en çok TV izleyen ülkelerin başında geliyoruz. Peki bu rakamı kim belirliyor? Bunu neden sordum. Fransa’da izlenme oranlarını belirleyen kuruluş Mediametrie. Bunlar araştırmalarını kamuoyu ile paylaşır. Son olarak Fransızların ne tarz program izledikleri, yeni teknolojilerin izleyici oranını etkisi vs. bayağı kapsamlı ciddi bir araştırma yapmış, bunu da medyayla paylaşmış. Tüm sonuçlardan sonra ortaya net bir rakam çıkmış. Fransızlar günde ortalama üç saat 25 dakika televizyon izliyormuş. Bakın net. E, peki bizde bunu söyleyecek kimse yok mu? Türk insanı günde kaç saat, kaç dakika te- levizyon izliyor?
DÜNYA REKLAMA EVET DİYOR!
Televizyonda reklamlar başlayınca zaplıyoruz. Genelde böyle değil mi? Ama tüketici olarak da bu meretten vazgeçemiyoruz. Kızıyoruz, sinirleniyoruz filan, ama sonuçta hani hiç olmadığını düşünelim bir boşluk olur değil mi? Dünya da böyle düşünmüş. Daha doğrusu Nielsen Araştırma Şirketi Dünya Reklamcılar Federasyonu’nun (FMA) isteği üzerine dünya çapında 25 bin 500 tüketici ile konuşmuş. Sonuçları, yazacak değilim.
Ama araştırmanın omurgasını oluşturan soru; “Reklam gerekli mi değil mi?”
Show TV’de bu akşam gerçekten çok ses getiren ve eleştirilerine baktığımda çok geniş perspektif ile anlatılan bir film geliyor; aksiyon, hiciv sosyal özeleştiri... ‘15 Dakika’ hepsini içinde barındırıyor. Herkesin 15 dakikada ünlü olacağını söyleyen Andy Warhol’un sözünden yola çıkan film açılımlarıyla bu sözün ne kadar doğru olduğunu bize anlatıyor. Medya eleştirisi, sinemanın aslında bir röntgenci olduğunu anlatan Oleg’in öldürdüğü kadınları çalıntı video ile görüntülemesi... Film aksiyon bekleyenleri de mutlu ediyor. Bunun yanı sıra gerilimi de veriyor. Ama sadece bunlarla yetinmiyor ince ince toplumsal eleştirilerini de seyirciye yansıtıyor. Evet eleştiriler bu minvalde filmle ilgili. Tutarlı açılımlara sahip olan ve üzerinde düşünülmeye değecek bir yapım... (SHOW TV / 20.00)
BİLİMKURGUNUN KRALİÇESİNDEN BİR FİLM
Yapılan anketler, son 20 yılın bilimkurgu sinemasında iz bırakan yalnızca üç kadın oyuncu olduğunu gösteriyor. Bunlardan ilki, Prenses Leia karakteriyle ölümsüzleşen Carrie Fisher, ikincisi ise daha gerçekçi bir kadın kimliğiyle, Uzay Gemisi Nostromo’nun Ripley’i Sigourney Weaver. Bilimkurgunun son kraliçesi, Kanada asıllı, 33 yaşındaki güzel yıldız, Carrie Anne
Tabii ki sonuçta sanal bir dünya. Televizyon programında oturduğunuz zaman stüdyoda çok fazla açık vermemeye çalışırsınız. Ama bazı anlar vardır, elinizde değildir. Bir cümle, bir gülüş, bir mimikle perde kalkar ve siz ortaya çıkarsınız. Hatta buna bakışı da katabilirsiniz. Bunu da çok uzaktan biri olarak değil bizzat canlı yayınlara katılan biri olarak söyleyebilirim. Demet Akalan ‘Berrin’le Gecenin Rengi’ndeydi. Şarkı söyleyenden çok, bir iş kadını gibi geldi. Büyük bir şirketi acımasız ve hatta biraz gaddar yöneten ama çok iyi para kazanan hırslı bir iş kadını. Zaten eşiyle kendi firmalarını kurmuşlar. Yüzünde ‘Biz buralara öyle kolay gelmedik’ bakışı var. Kendine bir tarz oluşturdu. Alt yapısı çok iyi. Cıstak cıstak olayını herkes yapıyor da onunki bir başka. Bu arada mesela gazetecilerle ilgili yaklaşımları bu mağrur havayı gösteriyor. Nikahını izleyen gazeteciler için; “Isınmalarından yemeklerine kadar her şeyi verdim”. Burada bir ‘karınlarını doyurdum, sobalarını kurdum’ havası var. Bu bir bakış işte. Bu yapılanlar söylenmez. Çiğliktir. Ama Demet Akalın böyle biri. Türk usulü star kuralları ve bakışı. Madonna “Gazetecilerin karnını doyurdum” der mi? Bizde ilişkiler böyle.
Star’ın ‘İhanet’ dizisi bu akşam final bölümüyle ekranda. Dizi başlarken tantanası bol oldu. Sabancı suikastini çağrıştırdığı haberleri diziye ilgiyi artırdı. Ama yayınlanınca gördük ki, ortada fazla bir şey yok. Yani öyle beklendiği gibi olmadı. Hep söylerim cast çok önemli. Bir de o kadar çok dizi var ki. Bekleneni veremedi ‘İhanet’. Ancak yedi bölüm dayanabildi.
İlginç bir durum daha var; Star bugün çok izlenen zaman dilimine iki yerli filmi arka arkaya koymuş. Bu durumda dizinin finali saat 00.30’da ekrana gelecek. Bu da bir ilk. Yani “Ayıp olmasın, finali yapalım” demenin başka bir şekli, bu durum. Şimdi bir dizinin finali saat 00.30’da yayınlanırsa kim izler? İzlense de olur izlenmese de mantığı.
JAPON USULÜ WESTERN
D Smart ‘Sinema TV’ kanalında ilginç bir film var; ‘Düello’. “Japon usulü spagetti western nasıl olur?” sorusuna cevap, usta yönetmen Takashi Miike’den geliyor. Orijinal adı ‘Sukiyaki Western Django’ olan film adını ünlü bir Japon yemeği olan Sukiyaki’den ve Sergio Corbucci’nin yönettiği spagetti western ‘Django’dan almış. Japon karakterlerin hepsinin İngilizce konuştuğu bu ilginç yapım, gerçeküstü atmosferiyle ve Quentin Tarantino’nun varlığıyla hayli
Bugün arka arkaya popüler müziğin ünlü isimleri kah sohbet, kah performanslarıyla değişik programlarda yer alıyor. Aşkın Nur Yengi’den uzun zamandır ses soluk yoktu. Yeni bir albümle karşımıza çıkıyor. Yengi, Habertürk’te ‘Fihrist’ programında Zeynep Konan’ın konuğu. Yeni albüm çalışmalarını anlatıyor. Bana göre popüler müziğin önemli seslerinden biri. Bundan böyle ‘piyasa’dan çok, kendi istediklerini anlatacak parçalarla karşımıza gelecek diye düşünüyorum (14.10)
MANGA VE ‘ÖROVİZYON MANGA’
Evet böyle bir ayrım yaptım. ‘We Could Be Same’ bir Manga şarkısı değil. Sadece Manga’nın elemanları bu şarkıyı almış, söylemişler. Kendi ‘sound’larından bu kadar taviz vermeleri pek anlamlı gelmedi. Ki ben Manga’nın bu yarışmaya gidecek en iyi seçenek olduğunu yazan ilk kişiyim. Son yarışmadan hemen sonra yazmıştım bunu. Yani bu sene kim gider tartışmaları daha başlamadan.
Ama bunu yazarken Manga’nın kendi ‘sound’u nu gözönünde bulundurmuş kendi tarzının yansımasının olacağını söylemiştim. Yani bu parçayı alıp herhangi birilerine söyletebilirsiniz. Ve bence maalesef ilk 10’a girerlerse başarıdır. Ben eski Manga’yı dinlemeye devam edeceğim. Bu akşam Ferhat Göçer’in programına
İlk defa köşemi bir dizinin bitmemesi için kullanıyorum. ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’ ekrana veda ediyor. Tomris Giritlioğlu ile konuştum. “Olmadı” dedi. Show TV’nin projeye çok destek verdiği, ama kanalın ekonomik sorunları nedeniyle yapılan indirimlere rağmen dizinin devamının sağlanamadığı biliniyor. Yapımcı firmanın alacağı epey birikmiş.
Show TV “Dizi devam edecek” diye açıklama yapmıştı.
Giritlioğlu, “10 bölümün senaryosu hazırdı, gerçekten çok, ama çok üzgünüm” diyor. Dedim ya ilk defa bir dizi için buradan diyorum ki “Gelin tavrımızı koyalım ve devamını sağlıyalım”.
Peki bu dizinin önemi ne? ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’, yakın geçmişimizi sorgulayan bir serinin son dizisi olmuştu. Ve eğer final böyle olacaksa, artık benzer projelere ne yapımcı ne de te-levizyon kanalı yanaşır. İşte bunun önünün kapanmaması adına diziye sahip çıkalım diyorum. Taraf Gazetesi’nin televizyon eleştirmeni ‘Telesiyej’ daha önce benzer bir kampanya başlatmıştı. Ben de bu yeni durumun ardından böyle bir çağrı yapıyorum.
Oktay Ekşi bundan böyle Basın Konseyi’ne üye olmayan televizyon kanallarına ‘bedava’ çıkmayacağını açıkladı. Can Dündar’ın ‘Canlı Gaste’sinde bunu dile getirdi. Ben Dündar’ın programında bütün televizyonları kastettiğini zannettim. Meğer konsey üyesi olmayanlarmış. Çünkü ‘paralı çıkacağını’ belirttiği tarihin ertesi günü CNN Türk’te ‘Tarafsız Bölge’de yer aldı. Sanırım para almamıştır! BBC örneğini verdi Ekşi. Doğrudur, BBC kısa bir radyo görüşü için bile taa oradan senin hesabına para yollar. Her sabah yorum yapanlar vardır, gayet iyi para alırlar yani!
Program yapan gazeteciler
Peki bir de tabii program yapan gazeteciler var. Hem köşe yazıyor, hem televizyona program yapıyor. Sonra programına konuk çağırıyor. Acaba para ödüyorlar mı? ‘Yazı İşleri’nde Ruşen Çakır da katıldığı bir programdan para aldığının ve bunun da olması gereken bir durum olduğunun altını çizdi. Peki programına gazeteci arkadaşını bedava çağıran gazeteciler yok mu? Bir de buna bakmak lazım.
Diğer programlardaki durum daha da vahim. Çok izlenen tartışma programlarına çıkan gazetecilere para ödeniyor mu? Belki de Ekşi’nin bu çıkışı bir milat olur. Bir konuyu daha merak ediyorum: Sayın Nazlı Ilıcak en çok
Cem Yılmaz ve Mazhar Alanson’un oynadığı ‘Her şey Çok Güzel Olacak’ bu gece TRT?1’de ekrana geliyor. İnternette bu filmle ilgili epey eleştiri okudum. Forumlara girdim. Bu kadar ortak olumlu görüşün olduğu filme az rastladım dersem yalan olmaz. “Cem Yılmaz’ın kendisini oynadığı film” deniliyor. Mazhar Alanson’un ve diğer kadronun da başarısından söz ediliyor. Her iki ismin de beyazperdeye ilk çıktıkları film. “Senaryosu, müziği oyuncuları ile kaliteli bir Türk filmi” denilmiş. Bir de daha sonra her ismin de bunun devamını getieremedikleri konusunda eleştiriler var. “Bu film yayınlansa da seyretsek” diyenlerin sayısıda az değilmiş. O zaman iyi bir fırsat (23.20)
ŞAHAN GÖKBAKAR ‘MEDYATİK’TE
Yüksel Aytuğ’un canlı yayınlanan ‘Medyatik’ proramında Şahan Gökbakar var. Pek canlı yayına çıkmayan bir isim. Bu anlamda önemli. Bir de aynı programda ‘Arka Sıradakıler’ dizisinin oyuncuları var. Bu dizi ilginç. Mint yapım amatör oyunculardan kurulu bir kadroyla maliyeti düşük bir dizi çekti ve en çok izlenenler arasında yerini aldı.
Hem de Fox gibi hani gün ortalaması pek de yüksek olmayan bir kanalda. Bazen tutuyor. Ve ideali de bu aslında. Yani yapımcıların hayali.