Demokrasi kolay telaffuz edilen, oldukça zor bir kavramdır. İçeriğindeki sorumlulukların farkına varmadan hemen herkes sonsuz demokrasi talebinde bulunuyor. Demokrasilerde özgürlüklerin gelişmesi için bir araç olduğu kadar, toplumun ve onu oluşturan fertlerin sorumluklarının arttırıldığı da unutulmamalıdır. Kişisel veya toplumsal sorumluluk üstlenmeden sonsuz demokrasi talebi bugün içinde yaşamakta olduğumuz
kaosun en önemli nedenidir.
Bizim kuşağımız
Son zamanlarda artan bir hızla, özellikle gençlerin bulunduğu topluluklarda hemen her konuşmamda kendimi; “Bu ülke beni ve benim kuşağımı ilkokul, ortaokul, lise ve üniversitede herhangi bir bedel ödemeden okuttu, eğitti. Askerlik görevimi yaptım, her zaman vergimi ödemekte dürüst davrandım. Bütün bunlar, bu ülkeye borcumu ödemek için yeterli midir? Hayır, yalnızca askerlik yapmak ve vergi ödemek yeterli değildir. Aynı zamanda bilgimizi paylaşmak ve gelecek oluşturmak için doğru bildiklerimizi yüksek sesle dile getirmek ve kamuoyu oluşturmak ta bizim görevimizdir” s
Fahri Özdemir’in yedi yıl süren büyük bir emek sonucu hazırladığı “Karanlıkta Akan Bir Yıldız: Mustafa Kemal Atatürk” isimli sergiyi 29 Ekim 2023 günü ziyaret ettim ve çok etkilendim. Şimdiye kadar hiç görmediğim, hatta farkında bile olmadığım belgeleri gördüm. Sergideki fotoğraf ve belgeler gezenleri büyüleyici nitelikteydi.
29 Ekim 2023 günü Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılını kutladık. Hepimize kutlu olsun... Yaşasın Cumhuriyet...
Üç yıl kadar önce sevgili dostum Fahri Özdemir ile konuşurken, “Cumhuriyetin 100. yılı” için büyük bir sergi hazırlığında olduğunu öğrenmiştim. Kısa süre önce (3 Haziran 2023) vefat eden rahmetli Prof. Dr. Zafer Toprak ile birlikte çalışıyorlarmış. Ne yazık ki bu serginin açılışını Zafer Hoca göremedi, görseydi ne kadar unutulmaz bir iş yaptıklarının, yıllar boyu böylesi bir çalışma için saygı ile anılacaklarının gururunu yaşardı.
Cumhuriyetimizin kuruluşu uzun ve ince bir yoldur. Uzun yıllar boyunca “Avrupa’
Quintus Tullius Cicero, Roma’nın yüz kilometre kadar güneyinde yer alan Arpinum’da (Arpino) MÖ 102 yılında dünyaya gelir. Dört yaş büyük olan ağabeyi Marcus Tullius Cicero’nun siyasete atılması sırasında ona bir mektup yazar. “Commentariolum Petitionis / Siyaset Sanatı” adı ile anılan bu mektup üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen hâlen günceliğini koruyan öneriler içermektedir.
Zengin bir adam olan babalarının öngörüsü doğrultusunda aldıkları eğitim sonucu kültürel seviyeleri son derece yüksek olan iki kardeş retorik, dil ve felsefe eğitimi almak için MÖ 79 yılında Atina ve sonrasında Rodos’a giderler. Roma’ya döndükten sonra Marcus Cicero avukatlık yapar ve önemli davalar üstlenerek zenginleşir. Bu dönemde Quintus Cicero’nun muhtemelen asker olarak bazı lejyonlarda komutanlık yaptığı, idari görevlerde bulunduğu düşünülmektedir. MÖ 66 yılında önde gelen her Romalı gibi siyasete atılan Quintus Cicero bu konuda da deneyim sahibi olur.
MÖ 63 yılı
Sümerler bir anlamda hâlâ varlıklarını korumaktadırlar. Altmış sayısına dayanan sayı sistemini keşfederek, matematik ve geometrinin temellerini atan Sümerlerin buluşları günümüzde hâlâ kullanılmaktadır.
Samuel Noah Kramer, (Kiev 1897-Philadelphia 1990) Rus asıllı bir bilim insanıdır. 1919 yılında ailesi ile birlikte ABD’ye göç eder. Üniversite eğitimi sırasında önce Mısır arkeolojisine, ilerleyen yıllarda ise Yakın Doğu arkeolojisine ilgi duyar. 1930-1931 yıllarında Irak’a yaptığı yolculuk sonrasında Sümer tabletlerinin kazı ve okuma çalışmalarına yoğunlaşır, giderek Sümer dili ve edebiyatı üzerinde uzmanlaşır.
Sümerler
Bugünkü bilgilerimize göre ilk yazı sistemini Sümerler kullanır. Çivi yazısı denilen bu yazının en eski örnekleri sembolik resimlerden oluşmaktadır. Sümerler, MÖ IV. bin yıldan itibaren Mezopotamya’nın güneyinde görülen bir kavimdir. Ana yurtlarının neresi olduğu hakkında çeşitli görüşler bulunmakla birlikte ağırlıklı olarak Asya içlerinden hareket
13 Kasım 1918’de Haydarpaşa’dan istimbotla İstanbul’a geçen Mustafa Kemal, Boğaz’daki müttefik donanmasını görünce hüzünlenen yaveri Cevat Abbas Bey’in omuzuna dokunarak “Geldikleri gibi giderler!” der.
Mustafa Kemal askerî ve sivil yöneticilerle konuşarak, sarayla iyi ilişkiler kurarak düşündüklerini uygulamaya koyulur. 6 ay süren çalışmalar sonrası bir fermanla 9. Ordu Müfettişi atanır. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru ile başlayan yolculuk 19 Mayıs’ta Mustafa Kemal ve beraberindekilerin Samsun’da karaya çıkmasıyla sonuçlanır. Mustafa Kemal’in amacı bir silahlı direniş örgütlemek ve bağımsız bir “Türk Yurdu” oluşturmaktır.
Anadolu insanı harplerden yorgun düşmüş, fakirleşmiştir. Bitkin ve bıkkın insanları canlandırmak güçtür. Bunun için güçlü bir irade, heyecanlı lider gerekmektedir. Bu insan henüz 38 yaşındaki Mustafa Kemal’dir.
Samsun’da başlayan direniş ve düşmanın İzmir’den denize
1965 yılında mimarlık eğitimine başladığımdan beri kaçak yapı sorununu duyarım, zaman zaman yazılı basında, zaman zaman görsel medyada kaçak yapıların yıkımı gündeme gelir. Hiç kimsenin, öncelikle de yöneticilerin “Niçin bu kadar kaçak yapı yapılıyor?” diye bir araştırma yaptığını, kaçak yapı yapanlara “Niçin kaçak yapı yapıyorsunuz?” diye soru sorduklarını bugüne dek duymadım.
Kaçak yapı yapılmasının temel nedeni ülkemizdeki planlama anlayışıdır. Gerek merkezî gerekse yerel yönetimlerin imar iskân hareketlerini bir spekülasyon amacı olarak görmeleri ve bu faaliyetlerden pay alma istekleridir. “Kral çıplak” diye bir söz vardır, ama bizim ülkemizde anlaşılan kralın çıplak olduğunu söylemek için bu konudaki otoritelerden izin almak gerekiyor. Eğer böylesi bir izniniz yoksa bürokrasi gözünde bir kara koyun oluyor, dönen tekerleğe çomak sokan olarak görülüyorsunuz. Ülkemizde, adı ne olursa olsun her tür imar planı, siyaset ve büyük
MÖ XII. yüzyılın başlarında Hattuşa’nın yıkılmasıyla Hititlerin egemenlik kurduğu krallık da sona erer. Anadolu’dan hareket eden bu grupların bir kısmının (Pelagslar) batıya; İtalya, Adriyatik bölgesine ve Batı Akdeniz adalarına göçmüş olabilecekleri, bunların içinde en önemli grubun ise günümüzde Filistinliler olarak anılan Pelestler olduğu ileri sürülmektedir.
nadolu’nun bilinen en eski adı “Hatti Ülkesi”dir. Bu isim ilk olarak Mezopotamya’nın yazılı kaynaklarında, Akad sülalesi döneminde (MÖ 2305-2150) kullanılmıştır. MÖ VII. yüzyıl Asur tabletlerinde görüldüğü gibi MÖ 630 yıllarına kadar da kullanılmaya devam eder. Bu nedenle Anadolu en az iki bin yıl boyunca “Hatti Ülkesi” olarak tanınmıştır. Bu isim öylesine yerleşmiştir ki MÖ 3000’li yıllardan itibaren Anadolu’ya yerleşmeye başlayan Hint-Avrupalı “Hititler” bile yeni yurtlarından söz ederken “Hatti Ülkesi” adını kullanmışlardır. Hatti uygarlığı tarih öncesi bir uygarlık olup, yazılı bir
“Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir?”
Dijon Akademisi’nin 1749 yılında ortaya attığı bu yarışma sorusuna Jean-Jacques Rousseau tarafından cevap olarak yazılan deneme birinciliği kazanır.
Rousseau, arabalara verecek parası olmadığı için Paris ile Vincennes arasındaki iki fersah (yaklaşık on bir kilometre) mesafeyi yürüyerek gidip-gelmek zorundadır. 1749 yılı yazında böylesi mecburiyet karşısında kalınca eline bir dergi alır ve okuyarak gitmeye karar verir. Yolda Dijon Akademisi’nin verdiği ilanı görür ve bir deneme yazmayı düşünür.
“Ün nedir ki? İşte ben ünümü şu zavallı esere borçluyum. Bana bir armağan kazandırmış ve adımı tanıttırmış olan bu eser, nihayet orta halli bir yazıdır; hatta diyebilirim ki bu kitabın en zayıf parçalarından biridir. Bu ilk yazı yalnız değeri kadar rağbet görmüş olsaydı onu yazan adam nice felaketlerden kurtulmuş olurdu. Fakat layık olmadan kazandığım bu şeref yüzünden insafsızlığa uğramam gerekiyormuş.”
Jean-Jacques Rousseau
Rousseau söylevinin