“Sun Zi” veya benim kuşağımın bildiği şekliyle “Sun Tzu” tarafından yazılan “Savaş Sanatı” üzerinde en fazla çalışma yapılmış ve tartışılmış strateji kitabı olup uzun bir süredir hem bizim hem de dünyanın önde gelen ülkelerinin harp okullarında okutulan ve üzerinde tartışmalar yapılan savaş hakkında yazılmış önemli bir eserdir. Çin’de hüküm süren Zhou Hanedanı’nın (MÖ 1046-221) ikinci döneminde ülke bütünlüğünü kaybetmiş ve Zhou Beylikleri adı verilen 148 küçük devletin olduğu bir yapıya dönüşmüştür. On beş beyliğin görece büyük olduğu bu düzene “Savaşan Beylikler” dönemi (MÖ 403-221) adı verilmiştir. Qin Hanedanı’nın MÖ 221’de Çin’e tümüyle hâkim olmasından önce çok sayıda beyliğin hüküm sürdüğü, siyasi birlik ve merkezi otoritenin olmadığı uzunca bir dönem yaşanır. Sun Zi’nin hangi tarihler arasında yaşadığı bilinmemektedir. Muhtemelen MÖ VI.
Düğün alayları ve nahil geçitleri gibi şehir şenliklerinden mahrum kaldık. Gerek ülkemizin gerekse İstanbul’un geçmişinde, gelecek oluşturmak için kullanabileceğimiz çok sayıda özgün birikim bulunmaktadır. Biraz akıl, biraz merak ve yoğun araştırma bu şehri ve ülkemizi dünya üzerinde farklı bir yere taşımaya destek olacaktır.
“Nahil” kelimesi, Arapça “Hurma ağacı” anlamına gelmekte olup halk arasında çoğunlukla “nakil” olarak da telaffuz edil mektedir. “Nahil”, bizim kültürümüzde; balmumundan yapılarak düğün törenlerinde gelinin yahut sünnet çocuğunun önünde gezdirilen insan ve hayvan resimleriyle, meyve, çiçek ve kıymetli taşlarla, sırma, kılaptan gibi parlak teller ve yaldızlı kâğıtlarla süslü yapma ağaca verilen isimdir. Bazı nahillerde kıymetli taşların yanı sıra şekerden yapılmış meyve ve çiçekler de bulunmakta olup gösteri sonrası bu şekerlemeler seyirciler tarafından yenilmek üzere toplanırmış.
Doğanın uyanışı
Her
“Helal’in adı kaldı, gören yok, haram kapışıldı doyan yok.”
Yusuf Has Hacib (1017-1070)
Haram sözlüklerde, “Helalin karşıtı olarak, dinin kesin bir dille yasakladığı, işlenmesi azabı, inkâr edilmesi küfrü gerektiren hareket veya davranış; dokunulması yasaklanmış, doğru olmayan, hak olmayan şey” olarak açıklanmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de Nahl Suresi’nin, 116. Ayeti’nde; “Kendi yalanınızı Allah’a isnat ederek öyle dilinize geldiği gibi yalan yanlış ‘bu helâldir, şu haramdır’ demeyin, çünkü haberiniz olsun, Allah’a yalan isnat edenler asla kurtuluşa erişemezler!” hükmü bulunmaktadır. Tahrîm Suresi’nin 1. Ayeti’nde ise; “Ey peygamber! Eşlerinden herhangi birini memnun etmek için, neden Allah’ın helâl kıldığı şeyleri kendine haram kılıyorsun?” denilmektedir.
Nahl Suresi’nde söz konusu edilen konu, Allah’ın helal kıldığı herhangi bir şeyi haram görmenin, bu davranışın bir başka kişiyi memnun etmek için bile olsa kabul edilemezliğidir. Osman Keskioğlu, &
Topkapı Sarayı içinde yer alan “Adalet Kulesi”nin çok önemli bir simgesel değeri vardır. Çok uzun bir dönem şehrin hemen her noktasından görülen bu kule, “Adalet buradan dağıtılıyor” anlamını taşımakta ve ülke halkına güven vermekteydi.
Dünyanın hemen her şehrinde olduğu gibi İstanbul’da da çok sayıda kule bulunmaktadır. Galata Kulesi, Bayezid Kulesi, Kız Kulesi, vd… Hemen hepimizin bildiği bu kulelerin yanı sıra bir dönem Boğaziçi’nin çeşitli noktalarında, Sancak Kuleleri de bulunmaktaydı. Bazılarının gravür, bazılarının ise fotoğraflarına ulaşabildiğimiz sancak kulelerinden ne yazık ki yalnızca “Tophane Kulesi” günümüze erişir. Daha sonraki dönemlerde üzerine saat takıldığı için “Tophane Saat Kulesi” olarak bilinen bu kule gerçekte “Sancak Kulesi” olarak inşa edilmiştir. Dolmabahçe Sarayı ile Yıldız Sarayı girişlerinde yer alan “Saat Kuleleri” ise günümüzde ağaçlarla örtüldüğü için pek de farkına varmadığımız
Genellikle enderzname, pendname gibi geçmişleri Hint ve Fars edebiyatına dayanan öğüt kitaplarında en dikkat çekici ve üzerinde önemle durulan husus adalettir. Benzer türde bir kitap olan “Kutadgu Bilig” Türklerin İslâm dinini kabulünden sonra yazılmış ilk eserlerinden biridir. Uygur alfabesi ve Uygur Türkçesiyle mesnevi tarzında yazılan bu eser, dönemin yaşayışını, değerlerini ve büyük oranda İslâm öncesi Türk kültürünün ayrıntılarını yansıttığı için de önemlidir.
Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacib, XI. yüzyılda Karahanlılar döneminde yaşamış ve eserini 1070 yılında Karahanlı hükümdarı Ulu Buğra Han’a sunmuş, bu yoğun çalışması dolayısıyla kendisine “Has Hacip”lik unvanı verilmiştir. Kutadgu Bilig, Uygur Türkçesinde “Mutluluk Veren Bilgi” biçiminde açıklanmakta olup her iki dünyada da mutlu olmak için gereken yolu göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Orhun Yazıtları, Divan-ı Lügati’t Türk ve Kutadgu Bilig
Bu şehirde farkına varmadığımız veya varamadığımız nice eser var. Ne zaman binlerce yıllık bu kültürel birikimleri ipucu olarak değerlendirip gelecek oluşturmak üzere kullanmayı öğreneceğiz? Karoly Kos’un dediği gibi “İstanbul bir şehirdir, herhangi bir şehir değil”
Sezer C. Tansuğ (1930-1998) zaman zaman rastladığım ve sohbet ettiğim bir büyüğümdü. Ayasofya Müzesi’nde çalıştığı dönemde (1960-1975) ben de Aya İrini restorasyonu ile ilgilendiğim için sık sık görüşme imkânı buluyorduk. Bir de müşterek tarafımız vardı, kendisi bir dönem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Estetik ve Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistanlık yapmıştı ve tanıştığımız sırada ben de aynı kürsüde asistanlık yapıyordum.
Sezer Tansuğ
Sezer Tansuğ doğru bildiklerinden veya doğru olduğuna inandığı düşüncelerinden taviz vermeyen, hemen küsen, diyalog kurmakta zorlanan, çoğunlukla içine kapanık, fazlaca arayanı soranı olmayan biriydi. Bilgisi ve ilgisi geniş ama diyalog kurmaktan özellikle kaçınan bir kişilik
1983 yılı sonbaharında bir gün, kendisinden mesleki olarak çok şey öğrendiğim rahmetli Hocam Yılmaz Sanlı beni telefonla arayarak yakın bir dostu için ev projelendirip inşa etmemi rica etti. Zaman zaman bazı projelerde birlikte çalışma yaptığımız için bu tür önerilerine alışıktım ama bu kez “Ben bu işin içinde yokum, sana gelsinler ve konuyu anlatsınlar” dedi. “Peki, siz niçin karışmıyorsunuz?” diye sorunca “Hoca benim dostumdur ama çok sert ve kolay kolay ikna edilen bir kişi değildir. Bu nedenle ben dostluğumdan olmak istemiyorum” diye cevap verdi. Ben de “Hocam siz kötü olmak istemiyorsunuz da beni mi feda ediyorsunuz?” deyince güldü. Kim olduğunu sorduğumda ise “Prof. Dr. Memduh Yaşa” dedi. Memduh Bey, hakkında biraz bilgim vardı. “Hoca, sen Siirtli, o Siirtli beni bu işe karıştırma, aranızda halledin” dedim. Karşılıklı gülüşerek telefonu kapattık.
‘Seni tanımaya geldim’
Aradan kısa bir süre geçtikten sonra, bir gün büroda çalışırken kapı çalındı, sekreterim
Galatasaray Üniversitesi’nin Ortaköy’deki yanan ana binasının restorasyonu sürecinde çok zorluklar yaşandı. Dilerim elli yıllık bir mimar olarak bu restorasyon sırasında benim yaşadıklarımı, doğru bildiğini yapmak için uğraş veren hiçbir meslektaşım yaşamaz.
22 Ocak 2013, salı günü akşama doğru Ortaköy’deki Galatasaray Üniversitesi ana binası yandı. 1870’li yılların başında, Sultan Abdülaziz (1861-1876) tarafından Çırağan Sarayı müştemilatı olarak yaptırılan ve “Feriye Sarayları” adıyla anılan bu bina birbirine benzer üç yapıdan biridir. Bir dönem Sultan Abdülmecid’in tahta çıkmayan oğullarından Mehmed Burhaneddin Efendi’nin oğlu olan “İbrahim Tevfik Efendi Sahilsarayı” olarak anılan yapının, İbrahim Tevfik Efendi için yapıldığı düşünülemez, çünkü inşa edildiği tarihte İbrahim Tevfik Efendi (1874-1931) henüz dünyaya gelmemiştir. 1918 tarihli “Necib Bey Haritaları”nda görülen bu isim muhtemelen o tarihlerde İbrahim Tevfik Efendi ve ailesi bu yapıda